Çok yoğun sis vardı başlangıçta. Şamlar’a kadar da tam anlamıyla etrafımızdaki sis dağılmadı. Karaburun - Dursunköy arasında güzel patikalardan geçtik. Kalabalık olduğumuz için köpekleri bir şekilde atlattık fakat yalnız koşarken bu kısımlar sıkıntılı olabilir.
İlk Cp’yi Dursunköy’de verdikten sonra Dursunköy - Sazlıbosna arasındaki sulak arazi geçişimizi engelledi. Buradan Çilingir’e çıkıp öyle indik Sazlıbosna’ya.
Rota karşıyı işaret ediyor @ggg arkamda ‘olmaz’ diyor. ‘Devam’ dese gireceğim, Allahtan yanımda aklıselim insanlar var.
35.km’de Hüsrev ile kucaklaşıyoruz. Gruba enerji yükleniyor. Buralarda benim psikolojik eşiklerim başlıyor. ‘Şamlar’a kadar…’ diyorum hep içimden… Bu grubun şöyle bir yöntemi var. Patlayacak gibi olan, kendini çok iyi hissetmeyen, mental mücadelesi başlayan koşucu öne alınıyor. Koşunun temposunu o belirliyor. Kimsenin temposuna ayak uydurmak zorunda kalmıyor aksine herkes arkasında onu destekliyor. Bu koşuda beni kaç kez sahneye aldılar hatırlamıyorum. Gürhan Akdağ bunlardan birinde kulağıma ‘ana odaklan, bu ana…’ diye fısıldıyor. Gökhan ‘telefona bakma, formuna odaklan…’ diyor…
50.km’de @muyu 'nun elini sıkıyoruz. En kritik noktada bir enerji yüklemesi daha.
53-54 sonraları en zorlandığım anlar. 58’de ise benim olayım bitti. Saatin kapatma tuşuna parmağımı koyup Mehmet’i arıyorum - bisiklete binmek için- göremiyorum. Biraz önümüzdelerdi ama yoklar… 5-6 kere ıslık çaldım, bağırdım yok… Meğer bir kafenin arkasında kısa bi tuvalet molası vermişler ve Gürhan abi ben Hüsrev onları geçmişiz. Burada Gürhan Abi ve Hüsrev resmen gölgem oldular. Yürüdüğüm anda yürüyor, koştuğum anda koşuyorlar. Hiçbirşey söylemiyor sadece ben ne yapıyorsam aynısını yapıyorlar. Bir kaç kere beni beklememelerini, onları yavaşlattığımı söyledim ama bana cevap bile vermediler…
Böylece Küçükçekmece gölünün yanındaki 3km’lik tartan zemini yürü-koş’a dönerek geçtim. Şu kafeye kadar, şu iskeleye kadar diye diye bitirdim orayı. Sonrası zaten taş köprü ve Marmara Denizi…