Salomon Cappadocia Ultra Trail 2022

Selamlar, koşan ve destek veren herkese teşekkürler. Organizasyon ve hava gerçekten harikaydı.

2021’de 19 saatte bitirdikten sonra hedefim ilk 50’ye girmekti, o da minimum 18 saate denk geliyor, neden olmasın dedim, Mart sonu itibariyle hazırlanmaya başladım, 2 ay Mahmut Yavuz hocayla çalıştım kendisine çok teşekkür ederim, benim için çok faydalı oldu. Daha sonra maddi sorunlar sebebiyle sonlandırdım ve eski antrenman düzenime dönmek durumunda kaldım, bir yandan işler yoğunlaştı.

Tuz gölünde kendimi biraz test ettim, beklediğim gibi hızlanmıştım ama yemek düzenini aksatınca, 35de duvara tosladım.

Kapadokya’ya 2019da olduğu gibi koşmaktan sıkılarak gittim ama heyecanım hala vardı, zihnimi sağlam tutmaya çalıştım. Mart itibariyle başlayan sinüs eğrisi antrenmanlar maalesef yorucu olmuştu.

Yarışa sakin başladım, Uçhisar’a kadarda sakin gittim, yine Uçhisar son kmlerinde enerjimde azalma oldu burayı 4 senedir çözemedim. Uçhisar sonrası strava coşmuş, cp2-cp3-cp4-cp5 PB’ler havada uçuşuyor. 43. kmde ilk defa yaşadığım bir şey oldu bazı quad kaslarında uyuşmalar hissettim, tuz haplarıyla geçirmeye çalıştım ve faydası mı zararı mı oldu bilemiyorum.

Akdağ sonrası aynı hızla devam ettim ve Ürgüp’e kuvvetli girdim. Kendimi çok iyi hissediyordum, en iyi senemde Ürgüp’e gelişim 8.54 bu sene 8.15de giriş yaptım. kendime 25dk verdim, yemeği hemen halledip üst baş değiştirmeye ve tuvalet molasına daha fazla vakit ayırmak zorunda kaldım ve 30dk sonra çıkış yaptım.

Ürgüp’e girenle çıkan maalesef aynı kişiler değil, yemek yedikten sonra tüm enerjim çekildi ve 2. segmente başladığımda vücut bir türlü gitmedi. Koşmaya zorladım, bacaklar tekrar işlemeye başlar gibi oldu sonra 1km yanlış bir yola girdikten sonra toparlayana kadar enerji kesildi. Mahmutpaşa asfaltına geldiğimde artık yürüyordum.

Damsa yolunu tamamen yürüdüm, eşimi aradım durumu anlattım, hala hedefimden sapmış değildim, ama enerjim yerine gelmedi, kendime şunu dedim " bitirmek beni tatmin etmeyecek, hedefimden saştım, niye devam edeyim"

Damsa’ya girdiğimde Mahmut Yavuz nasıl olduğumu sordu, eh dediğimde, burada bırakma 3 istasyon kaldı diyince biraz dinlenmek istedim. Oturdum ve olaylar şöyle gelişti:

“Bu sefer düşünce yapısını değiştirsem, geri kalan yolu da tamamen yürüsem nasıl olur. Hem hayatında 60km yürüme fırsatını kaç kere yakalayabilirsin, vücudun ve zihnin için paha biçilmez bir test olur” dedim. Arkadan gelen koşu grubumuzdan 2 kişi olduğunu biliyordum onları aradım daha gelmelerine vardı, bana yetiştiklerinde goygoy yapa yapa finishe gideriz dedim.

Olmadı… :slight_smile: Onlarda yürüdüğü için yetişemediler. Yolda çiş rengine baktığımda oldukça koyuydu, fazla jel ve tuz mineral aldığımı farkettim, CP’lerde küçük şişeli yeni soda veya mineralli sular belkide dengeyi şaşırttı. Su yerine onları içtim.

20s23dk da yarışı yürüye yürüye bitirdim. Geçen sene 19 saat süren maceraya karşılık bu sene enteresandır sadece 1s23dk fazladan parkurda kalmışım.

Tabi fiziksel testin anlık sonucu olarak, yolda son kmlerde hissettiğim gibi, sağ ayak sakatlanmış gibi yapıyor, topallıyorum, Vücut geçen seneden daha fazla yoruldu, ama Pazar gecesi iyi bir uyku neticesinde rejenerasyon hızlanmış bugün en azından eğilebiliyorum.

Akdağ, Taşkınpaşa, Karlık, Taşocağı çıkışlarında geçen seneden daha az zorlandım.

Zihinsel olarak yeni bir tecrübe içinde olduğum için kendimi rahat hissediyordum ve ara kmlerde boşlukta süzülüyor gibiydim, soluk ışıkta meditatif bir şekilde ilerledim, enteresandı.

Sonuç: Kas gücü artmalı, beslenmeyi iyi analiz etmeli. Bir süre uzun koşulardan uzak durmalı :slight_smile:

CP’lerde yardımcı olan koşu grubum adana running club’a, devam etmeme yardımcı olan Mahmut Yavuz’a teşekkürler.

Parkuru 15-14 saat altında bitirmek gerçekten başka bir seviye, @singer26 gönülden tebrik ederim, emeklerinize sağlık, bunun ne demek olduğunu ancak aylarca o antrenmanları yapanlar anlayabilir.

24 Beğeni

Organizasyonla alakalı:

Belediye veya karayolları bazlı rota iyileştirmeleri, ilk etaptaki alçak geçiş yerine yolu soldan vermek yerinde olmuş.

Ama Ürgüp sonrası köyden yukarı çıkınca rotanın U yapmasına anlam veremedik, keza bu senede Ürgüp sonrası kıçımızı tepeye sürte sürte indik şükür, dilerim buraya artık bir alternatif üretirsiniz.

Gelelim Kapadokya’nın en anlamsız segmentine, son kmler şehir içi. Lütfen burayı değiştirin, hele o döşeme taşlı rampa… Anlıyorum finishe tersten sokmamak için yukarıdan dolaştırıyorsunuz ama illa başka bir çözüm bulunur.

Yine yeniden parkurda bir geveze çıkmasın, bir aklı evvel yarışın başında gelip “sen çok içe basıyosun yaaa” dedi. Sana ne bile diyemedim o sıra, buradan sesleniyorum: SANA NE! Geçen sene de hızlı gidiyorsuncular vardı. Arkadaşlar tanımadığınız insanlara sokulup 2 kelime etmek zorunda değilsiniz, orada kapa çeneni desem suçlu ben olucam.

Ve parkurun dağlıları. Açık hava müzik yayını yapanlar, hele bir de koşu hızınız yakınsa yandınız. Hayır adam müzik ve zevk katili, careless whisper’dan sonra arapça oyun havası dinliyor. Bir kaç kez müziği kapat desem de inadına kapatmadı daha da sesini açtı…

RedBull şişme taglarını sevdik, güzel moral oluyor.

Yolda yürürken bir kaç yabancıyla konuştuğumda çoğu kişi hem fikir, ilk 63km dünyanın sayılı parkurlarından ama geri kalanı çekici değil ve zorlama.

Instagramda t-shirt’e ve yetkililere pazar ağzıyla tepkilerini getiren arkadaşlara tekrar şunu söylemekte fayda var: T-shirt güzel, aptal grafiklerdense böyle sade, günlük giyilebilecek bir t-shirt en iyisi.

Bize yine harika bir deneyim kazandırdıkları için Argeus ekibine ve gönüllülere teşekkür ederim.

19 Beğeni

Yarışlarda bu yasaklansa kendi adıma mutlu olurum, talk show tarzı dinleyene de şahit oldum ve o an gerçekten benim için dünyanın en moral bozan durumuydu. (not: Kapadokya’da koşmadım bu sene, malumunuz her yarışta var maalesef)

6 Beğeni

Oha, yarista kosan insan yuksek sesle muzik mi dinliyor? Ben yanlis mi anladim?

Bu arada benim de Spartathlonlarda idrarim baya koyu, kola renginde oluyor. Yaris sonrasi sabah duzeliyor.

5 Beğeni

oluyor ne yazık ki, kapadokya da ben de denk gelmiştim ama en kötüsü geçen sene erciyes vk da oldu, işin kötüsü sırf tırmanış olduğu için uzaklaşmak da öyle kolay değil. mecbur bir yarım saat bu duruma maruz kalmıştım :smiley:

4 Beğeni

Bol bol Arapça parçalar dinledim, canlı hikaye çekenler de çoktu hatta bir bir çiftin peşine takılıp Akdağ çıkışı sonrası Türk bayrağına koşup geri dönmek zorunda kaldım, benim için en kötü yanı durak noktalarında cola yoktu.

6 Beğeni

CMT’de 2 kişiye denk geldim. Bluetooth hoparlör ile bangır bangır yayın yapan.

Gerçi bir tanesi çok sempatik bir insandı. Çok insana iyi enerji verdi. Yine de eminim rahatsız ettikleri de olmuştur. Ben o an pozitif düşünüp yaydığı iyi enerjiden istifade ettim.

Diğeri ile ilgili yorum yapmak pek istemiyorum.

6 Beğeni

Müzik dinleyen bir arkadaşa ben de denk geldim. Aynı kişi mi emin değilim; uzun süre beraber koşsaydık katlanılmaz olurdu. Neyse ki o hızlıydı geçti gitti.

1 Beğeni

Ürgüpten Damsaya çıkıştaki u dönüşünün anlamsızlığı hakkında tepede küçük bir toplantı yaptık. ama inmekten başka çare yoktu. o rampayı gece geçecek arkadaşları düşününce ürpermiştim. gündüz gözü ile kayarak inerken en sevdiğim şortumu kaybettim, parmaklarım sürtündü.
Ayrıca Akdağ tepede iki sporcu arkadaş Kızıl vadiye bakarak güzel bi sigara keyfi yapmaktaydı. inanamadım dönüp numara taşıyıp taşımadıklarına baktım.

10 Beğeni

Bir de kısayolcular var. Hiç suçu başkasına atmaya gerek yok. 5 kez denk geldim, 5 kestirmeci de bu ülkenin insanları. Yanlışlarını söyleyince, sinirleniyorlar.

9 Beğeni

Organizasyona ve tüm katılımcılara selamlar. İkinci kere katıldım bu yıl. Öncelikle organizasyon açısından çok benzer geldi bana, herşeyin yeri aynı, saatler, uygulamalar çok benzer. Bu durum tutarlılık açısından iyi sanırım. Sanki geçen yıla göre daha az koşucu vardı, geçtiğimiz yıl salgın kapanmaları sonunda buraya koşturan koşucular bu yıl heveslerini almış olabilir. Biraz genel coşku da azdı sanki ama bu belki de üst üste ikinci kere gelmemin etkisidir.

Ben geçtiğimiz yıl tam bir acemilik senesi yaşamıştım. Şimdi geri baktığımda hazırlığım da azdı bu yıla göre. 38kmyi 5.33’te bitirmiş, son kısımda tam bir yıkım yaşamıştım. Bunun saygın bir süre olmadığının farklındaydım, bu nedenle tekrar ve daha iyi bir şekilde hazırlandım aynı parkura. Yarıştan önceki gün ise alıştığım vakitte yatağa gitmeme rağmen nedense bir türlü derin uykuya dalamadım. Çok uykulu uyandım sabahına, yarış boyunca da asla uyanmadım. Neredeyse gözlerim çeyrek kapalı koştum, tuhaf bir rüya gibi algım hafif kısıtlı halde sadece koştum. Atlama zıplamalı kısımlarda uyanıyordum :smiley: Arada kenara kıvrılıp uyumayı bile istedim ama hiç durmadım. Gözlerimde anlık kararmalar oluyordu. Ama tuhaf şekilde bu koşu performansımı ya hiç etkilemedi ya da istediğim süreme ulaşmama engel olmadı.

Geçen yıla kıyasla çok az daha hızlı bir şekilde geçtim ilk ve ikinci CPlerden (İlki 01:13 İkinci 2:30). Aklımda hep geçen yıl son kısımda dağıldığım geliyordu. Yarış benim için bu etapta başlayacaktı. İhtiyatlı gitmekle antrenmanlarıma güvenmek arasında gidip geliyordum. Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Çok güçlü bir şekilde son etabı da koştum. Son etabın yapısı nedeniyle (ani çıkışlar, bolca single track patikalar) biraz yavaşlasam da benden kaynaklı bir sorun hiç olmadı. 4.31:57’de finişi geçtim. Uykulu geçen bir yarışa rağmen süremi tam bir saat geliştirmek açıkçası çok mutlu etti beni. Üstelik 32.kmde durup Rus bir koşucuya 5 dk boyunca yardım bile ettim, başka herkes basıp giderken bu olgunluğu gösterebilmek en büyük tecrübe galiba.

Jbl terörünü ben de yaşadım. Ve çok tuhaf ilahi veya damar arabesk gibi mod düşüren şeyler dinledim. Müziğe karşı değilim ama kesinlikle kısık olsa ve biraz daha dinamik olsa daha iyi anlayabilirim sanırım. Neden çok acılı şarkılarla Kapadokya gibi coşkulu bir yarışı koşar ki insan? Neyse ki bu kişiler genelde yavaştı galiba, hızlıca uzaklaştım onlardan. Tek pişmanlığım şu, herkesin gözü önünde hem de iki kere çok büyük kestirmeler atan, bağırış çağırışlara aldırmayan bir eleman vardı. Onu diskalifiye edemedik. Numarasını alsak ederdik, kestirmeyi alınca uzadı gitti. Sonra geçmişimdir ben onu ama o zaman da tipini hatırlayamadım. O kazandığı saniyeler ne beni kürsüden eder ne onu kürsüye sokar. Ama onu hepimizin gözü önünde bile isteye yaptı ya, o çok tatsız. Böylelerini hiç uyarmadan direk numarasını alıp sonda diskalifiye etmek lazım. Bu adamı attıramadık, yazık oldu.

Verilen tshirtü ben sevdim. Geçtiğimiz yıl verilen koşu tshirtü olmasına rağmen gerçekten tasarımından kalitesine çok kötüydü. Anlam verememiştim nasıl böyle bir şey verildiğine. Bu yılın tshirtü pamuklu ve sade şık bir tasarım. Günlük giyerim ben bunu.

CST38 parkurundan alacağımı sanırım aldım. Artık bir üst kategoriyi düşünsem de galiba Kapadokya’ya biraz ara istiyorum. 38 ile 63 arasında geçişi başka yarışlar ile tecrübelenip zamanı gelince dönmek var buraya aklımda. Hislerim ve gözlemlerim böyle.

11 Beğeni

@tugrulpeker 10 numara yorum olmuş, bu yazdıkların çok çok değerli. Müzik olayı benim de canımı çok sıktı, pardon ama linç edileceğimi bilerek yazayım, benim denk geldiğim arkadaş o bölgenin koşu grubu olan Kapadokya Kaplanları’ndandı üstelik. Yazmak istiyorum çünkü, en yapmayacak kişiler onlar olmalı. Blok şekilde yanyana sohbet ede ede koşan arkadaşlar, size de selam. İniş tekniği yok, inmekten çekiniyor ya da köpekten korkuyor diye resmen duran ve yol vermedikçe geçmenin mümkün olmadığı yerlerde yolu bloke eden, inmesini sabırlıca beklediğimiz dostlar, size de selam. Bir de ilk defa yolda bolcana yere atılmış jel poşeti gördüm. Sıkılmış, kullanılmış ve yere atılmış. Onlarcası. Üzgünüm, çok üzgünüm…

Benim 2 kritiğim var.

  1. Teams olayı, bekleyen kalabalıktan salkım saçak cp’ler, Ürgüp’te bayrak değişimini bekleyen takım kalabalığından su istasyonu nerede cidden 2 tur attım bulamadım, sordum ki o kalabalığın arkasındaymış meğer. Teams’çilere belki arkadan biraz daha zaman arayla start verdirtmek (parkurda garip çekişme sahnelerine denk geldim) ve Cp’de ayrı bir yerde organize beklemeleri herkes için daha rahat olurdu.
  2. Göreme. Korkunçtu. Doğalgaz inşaatı arasında toz toprak, yoldan gitmeye çalışsam otobüs,
    kaldırımdan gidecek olsam daha da kötüsü, hatta diyebilirim ki en hakiki trail parkuru Göreme geçişindeydi. :face_with_hand_over_mouth::smile:

Ödül törenine de 2 çift kelime etmek isterim. Localar, vip ve medyaya ayrılan alanlar derken, koşucuların takip etmesi ve hatta kürsüye ulaşmaları gittikçe güçleşmiş. Her kürsüde tek tek ödüllerin sayılması, bitmeyen bir törene dönüştü, enerjisi zaten azdı, gittikçe azaldı…

Pahalılık belimi büktü. Tüm harcadıklarımı üst üste koyunca, üstelik fırsatçı esnaf ile anlamsız garip bir para harcadım. Seneye farklı olarak ne yapmak lazım da bu maliyeti düşürmeli diye kara kara düşünmeye başladım…

Herkesin ayaklarına sağlık. Hepinizi çok özlemişim.

Sevgiler,

19 Beğeni

Jel çöpü konusunda tam isabet. İlk başta tek tük görünce insanlık halidir düşebilir diyordum ama parkurda ilerledikçe sayıları çok arttı, bunun yanlışlıkla olamayacağına ikna oldum. Baya fırlatıp atanlar var demek ki. Yarışın ilerleyen saatlerinde bir o kadar daha artmıştır sayıları, parkur çöplük olmuştur kesin.

7 Beğeni

Evet bende bir iki Jel ve bar çöpü aldım ama sayı gittikçe artınca üzüldüm.
Ürgüp sonrası sırtta patikanın anlamsız hareketi İrlandalı arkadaşın just a short last view for Ürgüp demesiyle geçildi.
Müzik dinleyen arkadaşlara birşey diyemiyorum evet hakir tarafları var ama gelip geçiyorsunuz, sporun biraz daha farklılık barındırması normal Limitler içerisinde olduğu sürece.
Çorba konusunu bende pek sevemedim, sıcak bir mercimeği aradım. Karlıkta pes ettim.
Geçen seneye göre bitiren sayısı fazla ama katılan sayısı az diye görüyorum CUT için.

3 Beğeni

Göreme’ye girerken tüm içtenliğiyle “Vamos, vamos, energy, energy” diye bağırarak geçen tüm koşuculara çak yapan abi, seni de gördüğü güzelliklere kayıt etti beynim onlarca yaptığı hesap içerisinde. Denk gelen oldu mu bilmiyorum. Yazmadan geçemedim.

11 Beğeni

Onu göremedim ama CP’lerde ve satış standlarında orta yaş üstü yabancı kadın gönüllüler dikkat çekti. Sağolsunlar moral verdiler.

Fazladan bilgi:

Suunto Ambit 3 Peak söz verdiği gibi tam tamına 20 saatte gps kaydını durdurdu. Durduğunda %3 kalmıştı. Yol boyunca hiç ışığını açmadım.

Petzl Actik ise 9 saat çalıştırdım bitmedi ama daha güçlü bir şey arıyor insan.

5 Beğeni

Bu sene ilk defa CUT parkurunu koştum ve tamamladım.
Benim için yarışın ikinci kısmı farklı bir deneyim oldu.
Şunu farkettim, yarışın ikinci kısmı ve hatta damsa sonrası diyebilirim, eğer tecrübeniz yoksa birkaç arkadaş ile birlikte koşmanız.

Ben hava kararınca ürperdim, hem de köpek fobim olduğundan müthiş bir karamsarlık çöktü içime.
Neyseki çok iyi iki koşu insanıyla karşılaştım ve yaklaşık 40k beraber koşup bitirdik.

Sesli müzik ile , dar geçitli patikalarda sorumsuzca agresif şekilde elinde batonları havaya kaldırarak koşan koşuculara denk geldim. Bir kaç jel paketlerine ben de rastladım.

Cp’lerdeki çorba olayına ben de değinmek istiyorum. Uçhisar’da maydonozlu şekilde başlayan arpa şehriye çorbası, taşkınpaşa, karlık cp’lerde malesef hem görüntü hem tat olarak başarısızdı.

Belki müsait bir zamanda yarış raporu yazarım ama CUT için hazırlık yapan arkadaşlara yardımcı olması açısından şunları söyleyebilirim: eğer cp ve geçiş süreleri planlıyorsanız taşocağı cp- finish arasına ekstra zaman koyun. İnişler işaretler, arazi yapısı ve eğimi, desteksiz ve hareketli taşlık kısımlar iniş olmasına rağmen sizi en zorlayan kısımlar olabilir. Gece karanlığını da hesaba katarsak yabana atılacak bir durum değil.

2018’den bu yana katıldığım kapadokya serisinde koşulabilecek en uygun hava bu seneydi diyebilirim.

Herkese sağlıklı koşular dilerim.

12 Beğeni

Koşuya bugün başlasam, 4 yıl sonra Salomon Cappadocia Ultra Trail 63k’da parkur rekoru kırsam.Hayeller ve gerçeğe dönüştürenler:
Aysel Yalaç 63k parkur rekoru 06:02:12.
Geçen seneki röportaj:

@spinodal’in önceki Spartatlonda bahsettiği, kendini tokatlayan Japon koşucusunu akla getirdi.

Hiçbir başarı antrenmansız, emeksiz olmuyor.İlk 3 -5’i standart haline getiren Salih ve Özgür’ün emekleri, koşuları gözden kaçmıyor;kim bilir backyard Türkiye’de buluşurlar + @singer26 olan bir Urla…

Alıntı:Mestan Turhan, 2:44:30 derecesi ile Short-Trail’in (38 km) rekorunu yeniledi.
Birkaç yıl önce Valencia 'da 2:12:59 koşan millî atletimiz.Tebrikler.

16 Beğeni

Kapadokya Ultra 119 K Raporu

Diyorsun ki, ”Tamam şu eşiği de geçeyim sonrası düzlük.” Düzlük sandığın yere geliyorsun, bir bakıyorsun orası da yokuşmuş. Hiç bitmiyor.
(Behzat Ç.)

Galiba yarış düzenleyenlerin yapacağı en başarılı pazarlama taktiği, erken kayıtlarda ciddi indirime gitmek. Zaten çoğu da yapıyor. Ben de çok erkenden kayıt olduğum, planlarını yaptığım için burdayım. Aslında gelmesem çok daha iyi olacaktı ama…

Neyse…. Geçti artık.

Beni korkutan, daha 20 gün önce, Roubion-Nice 100K yarışına katılmış ve ağzımın payını alıp dönmüş olmam.

Şiddetli yağmur altında, tamamına yakını teknik bir parkurda, vıcık vıcık kayan kayalardan düşe kalka sürünerek, 5200 metre tırmanıp, 86 km gittiğimde, artık ayakkabım parçalanmıştı. Sol topuğumda 40. km’de başlayan yara ise artık derinleşip kanamaya başlamıştı. Aslında 6 saat sürem vardı daha ve sadece 20 km yolum kalmıştı. Pansuman yaptırdım. Ancak sonrasına devam etmeme izin vermediler. Zaten seke seke yürümek de beni mahvetmişti.

Servis beni Nice’teki garaja bıraktığında otele kadar olan 2,5 km yolu bile topallayarak çok zor gitmiştim. Omuzlarımdan aşağısı, kurumamış kaba heykel yontusu gibi çamur kaplıydı. Ve hayatımda hiç bu kadar alkışlanmamıştım. Yoldan geçen tramvayların şöförleri bile el sallıyordu.

Otelde parçalara ayrılmış derimi elastik bandajlarla sıkı sıkı sarmış, 3 gün dokunmamıştım. Açtığımda büyük ölçüde düzelmişti, ben bile şaşırmıştım.

Şimdi topuğum daha iyi. Ancak 3 haftadır çalışamadım. Birinin recover dönemi ile diğerinin taper dönemi çakıştı. Yine de arkadaşlarla en azından gezme olur düşüncesi (dolduruşu) ile çıktım geldim. Hayırlısı bakalım.

Sabah 07:00’de 63 K katılımcıları ile birlikte yola çıktık. Çevredekiler bize gaz, bizler de onlara poz veriyoruz. Yarışın balayı dönemi. Herkesin ağzı kulaklarında. Her yerden “Wouuuvvv, ne müthiş manzara” anlamında her dilden nidalar var.

3 km sonra ikinci yokuşa geldiğimizde batonları çıkarıyorum. Fransa’dan döndüğümden beri hiç elimi sürmemiş, bakım yapmamış olduğumun farkında değilim. Z Flip batonlar bunlar ve bakım yapmayınca kitlenmiş kalmışlar. Ne yapsam açamıyorum.

Birlikte geldiğimiz Uğur Çiftçi ile durup uzun süre debeleniyoruz. Birini zorla açıyoruz, diğeri bir türlü olmuyor. Tekini kullanırım diye düşünüp devam ediyorum.

Az sonra yeniden hırslanıp tekrar batona saldırıyorum. Bir merdiven basamağı bulup dayıyorum, taşla vura vura çözüyorum. Yarışın sonuna kadar da bir daha oynamıyorum, elimde açık olarak taşıyorum. Tabii bu sırada yüzlerce kişi önüme geçiyor, ciddi bir gecikme yaşıyorum.

4’üncü km’de yoldan araziye döndüğümüzde, patika inceliyor. Yine de single track olduğu söylenemez. Sazlarla kaplı arazide öndekileri istenirse geçme imkanı bolca bulunabiliyor.

Sonrası orta karar bir tırmanış ile 11’nci km’de İbrahimpaşa CP’sine ulaşıyorum. 1 saat 22 dak.

CP’den çıkıp 1500 metre rakıma kadar yükseliyoruz. Arkasından 400 metre alçalan, 7 km süren bir inişe geliyoruz.

İniş deyince genellikle hafife alınır ama, çoğu zaman çıkışlardan daha tehlikeli, zaman harcatıcı zor parkurlardır. Buradaki iniş de, taşların üzerine 2-3 cm kadar yükseklikte biriken volkanik kül nedeniyle oldukça kaygan. Sert kayalar genellikle V harfi şeklinde, ancak bir iki kişinin sığacağı bir küçük vadimsi tünel halinde yol veriyor. Bir sağ, bir sol duvara sıçrayarak inebiliyorsunuz.

Yine de teknik bir alan sayılmaz. Özellikle Roubion sonrası girdiğimiz Mercantour parkını görünce, bana otoban gibi geliyor.

Ayağımda ilk kez yarışta kullandığım, Özgür’ün getirttiği ayakkabılar var. Yeri raptiye gibi tutuyor. Daha önce böyle yol tutabilen bir ayakkabım olmamıştı. Yokuş aşağı insanları beşer onar solluyorum. Süper bir his.

Özgür Sancak, hayatımın en başarılı projesi oldu bence. 6-7 yıl önce ilimizdeki bir yarı maraton yarışında benden fark yemişti. Kendisini mesleki olarak da tanıyordum. Çalıştığım hastanede anestezi teknikeriydi. İyi bisiklet bindiğini de biliyordum.

Hemen birlikte çalışmalara başladık. Bisikleti geliştirdi, yüzmeyi baştan öğrendi, koşusu gelişti. Bir kaç kez triatlon yarışına birlikte katıldık. Ama ne yapsam suyla barışamadı.

Benim kendimi en rahat hissettiğim, yorulunca beni taşıyan, ısınınca soğutan, terleyince tuz veren deniz onun en büyük kabusu oldu. Moral desteği olsun diye cebine balonlar yerleştirdim, yorulunca şişirir tutunursun dedim ama faydası olmadı.

Ancak bir gün arazide bir çalışmada, bizim adımlayarak indiğimiz sert ve kırıcı bir parkuru tartan pistte koşar gibi indiğini görünce jeton düştü. Belki denizci değildi ama, tam bir dağcıydı.

Einstein haklıydı.

“Aslında herkes başarılıdır. Ama siz kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını beceriksiz olduğuna inanarak geçirir.”

Hemen Bodrum 100 K’ya kayıt yaptırmasını istedim. Birlikte gece çalışmaları yaptık, kafa lambası kullanmaya alıştık. Ben de birlikte katıldım. Daha ilk yarışında genelde 4, yaş grubunda ilk sırayı aldı. Arada ben de bir yaş grubu 3. lüğü aldım. Koyunun olmadığı yerde misali.

Sonrası hep gelişmelerle, pandemiye rağmen devam etti. Artık bugün ben ondan akıl fikir alır, tecrübesinden faydalanır oldum. Önerdiği ayakkabı ile kayma korkusu olmadan hızla gidiyorum. 3 hafta önce yaklaşık 60 km boyunca çamur antrenmanı yapmış olmamın da muhakkak faydası olmuştur tabii.

Güzel bir manzara ve portatif hoparlörlerden yükselen iğrenç müzikler eşliğinde, 300 metre tırmanıp, 27. km’de Uçhisar CP’ye ulaşıyorum. 3 saat 27 dak.

Baton yüzünden çok zaman kaybettiğim bir yana, arnavut kaldırımı yolda kullanmak da mümkün olmadı. Neyse, yarış uzun, işe yarar daha…

Sonrası yarışın en kolay ve güzel kısmı. Ormanlık arazide, dere kumu gibi tozla döşeli yumuşak zeminde, nispeten düzlükte Göremeye kadar gidiyoruz. 34 km oldu. 4 saat 32 dk.

Yokuşlar dik değil. İnişler de zorlamıyor. Ancak sonraki bölümlerde benim bacaklarımın arkasında yaygın titremeler başlıyor. Çıkarken sol uyluk iç kısmı öyle acıyor ki, nefesimi kesiyor. İnerken de hiç ummadığım yerlerde geriliyor, bir sonraki adımı atmamı riske atıyor. Yavaşlamasam yuvarlanmak üzereyim kayaların üzerine. Sekerek duruyorum.

Elimdeki magnezyumları alıyorum. Tuz tableti içiyorum. Ağrı kesici yutuyorum. Uzun uzun gerdirme yapıyorum. Azalıyor ama düzelmiyor. Devam edebilecek miyim acaba…

“TİMŞEL”

Senarist Rhonda Byrne’ın geçen gün okuduğum yazısı geliyor aklıma.

“Asıl soru devam edip edemeyeceğiniz değil, bundan keyif alıp almayacağınızdır.”

Hala keyif alıyorum.

Gidebildiğim yere kadar devam…Alabileceğim kadar keyif benim…

Bu sıralarda birlikte yol aldığımız Uğur arkada kalıyor, sakatlığı nüksediyor, maalesef yarışı yarım kalıyor. Az sonra ise önümde birlikte geldiğimiz diğer 63 yarışçısı Yüksel Pekdüz’ü görüyorum ileride. Yetişmek için hızlanmamla birlikte sağ baldırım dev bir kütle halinde kasılıp beni yere atıyor. Hemen kalkıp gerdirip krampı çözüyorum.

Devam ediyorum ama yavaşlamak zorunda kalıyorum. Bu sırada farkediyorum ki, topuğumdaki yara yüzünden koşu stilim biraz değişmiş, burunlara fazla yükleniyorum. Topuğun acısına katlanıp kısmen taban basmaya gayret ediyorum.

Bu şekilde sarsak ve kararsız giderken arkamdan gelen Ümmü Nihal hanım uyarıyor. Kalfin ileri derecede şiştiğini söylüyor. Diyemiyorum bu inmiş hali diye. Kendisinden iki magnezyum daha alıyorum. Buradan da teşekkürlerimi sunuyorum.

Hemen yanındaki Enver bey de sağolsun tuz ve ağrı kesici teklif ediyor ama elimde var onlar. Biraz daha gerdiriyorum. Nispeten koşacak hale geliyor. Düz kısımlarda yavaş tempo ilerliyorum.

Azalsa da yaklaşık 5-10 dakikada bir kasılma uyarısı geliyor, hemen yürümeye geçiyorum, olmazsa durup gerdiriyorum.

Bu şekilde 47. km’ye ulaşıp Çavuşin CP’ye geliyorum. 6 saat 36 dak. oldu. Burada Yüksel ile tekrar karşılaşıyoruz. Onun da hafif krampları başlamış. Birlikte çıkıyoruz. Hafif rakım almaya devam eden milli park arazisini birlikte geçiyoruz. Böyle çok daha keyifli oluyor. “Evvel Refik, bade’l tarik” der Araplar. “Önce yoldaş, sonra yol.”

Magnezyumlar ve koşu stilimi değiştirmem biraz fayda ediyor. Kramplar azalıyor. Çıkışlarda büyük sorun yok ama inişlerde hala ses geliyor, uyarı veriyor. Güzelim ayakkabının hakkını tam veremiyorum. Ne zaman yokuş aşağı hızlanıp 20-25 kişiyi geçsem, kalflerde titreşimler başlayıp beni yavaşlatıyor.

“TİMŞEL”

Ne diye aklıma gelip duruyor.

Nereden olacak. “Cennetin Doğusu” kitabını yeni okuduğun için olabilir mi. Kitabın son sözüydü bu.

“TİMŞEL”

Bir süre sonra Akdağ tırmanışı başlıyor. İlk 1 km’de 200 metreden fazla yükseliyoruz. Çıkışlarda daha rahatım. Yüksel biraz arkada kalıyor. 53’ncü km’deki Akdağ CP’sinde biraz oyalanıp bekliyorum. Göremeyince devam ediyorum. Zaten yollarımız yakında ayrılacak. 8 saat geçmiş bu arada.

Bir süre daha tozlu arazide, teknik sayılmayan bir parkurda gidiyorum. Kramp atakları azaldı ama kaslara verdiği hasar canımı yakıyor. Ayrıca tekrarlayacak diye korkuyorum. Asfalt yola ulaşıp sol yanındaki Ürgüp Cp’ye vardığımda 62 km olmuş. 9 saat 21 dak. dayım. Saat 16:21. Drop bag istasyonu burası. Kısa bir molayı hakettim.

O kadar yavaşım ki, terleyememişim bile. Yedek giysilere dokunmuyorum. Yol boyu istasyonlardaki masalar çok yeterli. Çok az yiyeceği yedekte tutuyorum, gerisini bırakıyorum.

Erişte var. Çok iyi gidiyor. Çorbayı ise içemiyorum, alıştığım bir çorba çeşidi değil.

Bu arada işaretlemelerin uluslararası bir yarışa yakışır kalitede olduğunu söylemeliyim. Her ne kadar bazı şikayetler duysam da, çoğu şiddetli rüzgarın dallara dolayıp görünmesine engel olduğu işaretler.

Hava kararmadan gidebildiğim kadar ilerleyeyim hissiyle yola çıkıyorum. Karanlıktan hala biraz çekindiğim doğru ama korkmuyorum. Sadece onunla savaşıyorum ve daha çabuk yoruluyorum. Asıl düşmanım dövüştüklerim değil, korktuklarımdır. Bunu biliyorum. Karanlık düşmanım değil.

Kısa bir yokuşu tırmanıyoruz. Sonrasında akıl almaz diklikte bir iniş var. Tutunacak hiç bir şey yok. Çıplak, devasa kaygan bir kaya. Herkes oturup su kaydırağından kayar gibi iniyor, üst baş biraz hasar alıyor. Yükseklik korkusu gibi çarpıntı geliyor bir an.

“TİMŞEL”

Ne demekti bu.

“Olacaksın” demekti İbranice.

“İyi olursan yüzünü kaldırırsın. Kötü olursan günah kapına gelir. Ama sen ona hakim olacaksın. “

Ne güzel bir haberdi bu. Başarılı olacağım demek ki… Kendime cesaret veriyorum. Ayakta inmeyi deniyorum. Gerçekten bu ayakkabılar burda bile tutunuyor. Ara ara yan basarak adım adım iniyorum.

Bir süre hafif inişli çıkışlı patika ve köy yollarında giderek, ara ara Damsa çayına bağlanan dere yataklarından geçerek, önce Mustafapaşa kasabasına, sonra yaklaşık 76. km’de Damsa istasyonuna varıyorum. 12 saat oldu. Akşam 19:00. Hava kararıyor, kafa lambasını yakıyorum.

Yol düzeliyor biraz. Hafif koşular yapıyorum ama çok uzatamıyorum. Bacaklarım ciddi hasar görmüş. Ayrıca 3 hafta önceki yarışın yorgunluğu quad’larda etkili olmaya başladı. Bıraksam da olurmuş herhalde Ürgüp’te. Neyse… Geçti artık. Onca yol dönülmez.

80 km olduğunda ilk büyük tırmanış başlıyor. Yer gök toz içinde. Bileklerime kadar un gibi toza batıyorum. Bu toza hayranlıkla bakıyorum. Tarihi eser gibi geliyor bana. Batonu yere vurmaya çekiniyorum.

60 milyon yıl önce Erciyes (Argeus) dağının volkanik patlamasıyla araziye dolan ve zamanla nispeten yumuşak bir kütle oluşturan küller, milyonlarca yıldır burada bekliyor. Rüzgar ve yağmur erozyonu ile olağanüstü güzel şekiller alan bu yapıların kıymeti kesinlikle benden fazla.

Aklıma komik anılar geliyor.

Bölgenin adının Kapadokya olmasından rahatsız olan, Yunanca diye değiştirmeye kalkan darbeci generaller, fotoğraf sanatçısı Ozan Sağdıç tarafından zarif bir çalımla ekarte edilmişlerdi. Hemen bir belge uydurmuş, bu ismin Persçe “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelen “Katpadukya”dan türediğini açıklamış, generalleri kandırmıştı.

Sonraki yıllarda kimi bilerek, kimi bilmeden o kadar çok yetkili bu adlandırmaya destek oldu ki, bir süre sonra düzeltmenin bile imkanı kalmadı. Artık okul kitaplarında bile güzel atlardan bahsediyoruz.

Bir yandan düşünüyor, bir yandan karanlıkta dik yokuşu tırmanıyorum. Yükseldikçe hava soğuyor. Zirveye vardığımda 1600 metredeyim. Uzun kollu üstü giyiyorum.

İniş koşuya müsait. Ters zamanıma gelmese, hızla inmek işten değil. Ancak bacaklarım dayanmıyor. Birkaç yüz metre sonra kramp uyarıları geliyor. Yeniden magnezyum, tuz hapı ve ağrı kesici alıyorum.

Yokuş bittiğinde Taşkınpaşa istasyonuna varıyorum. 87 km. 14saat 30 dakika. Saat 21:30. Suyun çoğu duruyor. Sadece bir soda içiyorum. Elime bir kek alıp yiyerek hemen çıkıyorum. Koşamıyorum ki yorulayım da dinleneyim.

Aynı yol ve tepeden bir tane daha var. Ancak bu sefer sol uyluk sorun çıkarmaya başladı. Beni kitliyor sık sık. Bıktırdı artık. Sinirleniyorum. İstasyon 2 km geride. Geri git bırak diyor şeytan.

“TİMŞEL”

Evet. Timşel.

Olacak. Bir müjde bu.

Sonra kitabı yeniden hatırlıyorum. İbraniceden İngilizceye bir çeviri hatası olduğunu anlatıyordu Lee. Olacaksın şeklinde bir haber değil, “Ol” şeklinde bir emirdi.

“Başarılı ol”

“İyi olursan yüzünü kaldırırsın. Kötü olursan günah kapına gelir. Ama sen ona hakim ol. “

Peki…. Öyle yapalım…

Devam ediyorum.

Yokuşu yarıda bırakmamak için yavaşça çıkıyorum. Kaslarımı zorlamıyorum. Yine de ciddi acıyor. İşin güzel tarafı önümde ve arkamda kilometrelerce yanan kafa lambaları. Kendimi güvende hissediyorum. Takılsam da bir yardımcı bulabilirim.

Ay tozu gibi yüzeyde adım adım yükseliyorum. Yükseldikçe hava daha da soğuyor. 90’ncı kilometrede 1300 metreden 1600’e tırmanıyorum, zirvedeyim. Hava buz gibi.

Hemen inişe geçilecek diye kalmış aklımda. 7 km sonra hala 1500’lerde olunca artık dayamıyorum, yağmurluğu da giyiyorum. Oldukça faydası oluyor. Yine de rüzgar etkili ve soğuk yükseklerde. İliğime işliyor soğuk.

Neyse, yine koşulabilir güzel bir yoldan hızlı bir inişle 1250 metreye inip Karlık istasyonuna giriyorum. Tam 100 km. 17 saat. Gece yarısı olmuş.

Bir şey yemem ve içmem mümkün olmuyor. Kenarda kusanları görüyorum. O kadar kötü değilim ama zorlarsam ne olacağı belli olmaz. Kalan yolu jel ile gitmeye karar verip hemen devam ediyorum.

Ben yolda yavaş giderken gelip geçenleri genellikle istasyonlarda yakalayıp önlerine geçiyorum. Yorgunluk yok ama bacaklardaki sızılar katlanılmaz oldu.

Birileri bırakacaklarından bahsediyor. Tamam diyorum. Bırakayım. Yeter artık.

Bu sırada telefon çalıyor. Yolda olsam açmazdım ama hazır istasyondayken bakıyorum.

Arayan Özgür. “Üçüncü sıradasın abi. Arkandaki 7-8 dakika geride” diyor. Gerçekte 28 dakika demiş, ben 7-8 anlamışım.

Birden salınan adrenalinle canlanıp fırlıyorum. Biraz da ısınıyorum.

Daha 500 metre gitmeden yolda iki genç yarışçı ile karşılaşıyorum. Yere doğru bakıyorlar.

“Bir şey mi düşürdünüz” diyorum.

“Yok abi, baksana suya, geçecek yer arıyoruz” diyorlar.

Şimdi ben de çekinsem, kendime biçtiğim “Ben bu yaşta yapıyorsam, sizler haydi haydi yaparsınız” misyonuna uymayacak. İçimden emir veriyorum kendime.

“TİMŞEL”

Giriyorum diz boyu suya. Hızla giderken belime kadar da sıçratıyorum. Su damlalarını sayabiliyorum tek tek. Ateş gibi yakıyorlar değdikleri yerleri. Titreme basıyor, yürüyemez hale geliyorum.

Tek çaresi hızla koşup vücudu ısıtmak. Artık bacaklarımın ağrılarını düşünmüyorum. Koşabildiğim hızla gidiyorum. Sonra yeniden yokuş başlıyor.

Acıya dayanamayıp biraz yavaşlıyorum. Ancak kasılmaların da kaybolduğunu farkediyorum.

Acaba soğuk kramplara ilaç gibi mi geldi. Gerçi bir kaç istasyonda sprey falan kullanılmıştı ama hiç faydası olmamıştı.

Yine de ayaklarımın soğuktan uyuşması hoş değil. Parmaklarım sızlıyor.

Bir süre sonra bu son yokuş da bitiyor. İnişe geçiyorum. Artık koşabilirim diye de sevinçliyim. Kramplar kesildi ya…

Gel gör ki her şey ters gidiyor. Yarışın en ciddi teknik inişine geliyoruz. Bir çok kez kuyruklara takılıyorum.

Kazasız belasız bitiyor burası da. Sonunda Taşocağı istasyonuna varıyorum. 20 saat olmuş. Gecenin 03’ü. 110 km’deyiz.

İstasyondan sonra 100 metrelik bir çıkış daha var. Teknik değil. Yavaşça çıkıyorum. Sonrasında yola kadar iniyoruz.

İşte bu kadar. Sadece 2 km kaldı. Şehrin içindeyim. Dümdüz yollardan gidip bir an önce ayaklarımı dikmek istiyorum. Resmen titriyorlar artık. Ayakta bile zor duruyorum. 3 hafta ara ile iki dev yarış bana ağır geldi.

Kendimle dalga geçiyorum artık.

“Benim bir hayalim var” diyen ıstakoza ne demişti Sünger Bob?

“Benim de böbrek taşım vardı. Tedavi oldum geçti”

Yarış bitti, kafa yapmaya başladım. Yalnız şu çok yukarıda bir şey parlıyor. O ne ki?..

Yok artık. Şehir içinde bir dağ daha yok ya. Kim bilir nedir. Araba reflektörü falan mı düştü ki oraya.

Caddelerde ilerliyorum. Yol düz sayılır. 1 km kaldı. Şükür sonunda bitiyor.

Yalnız şu yukarıda parlayan ne ya. Bu kadar mı benzer bizim işaretlere.

Ama mümkün değil. Minareye çıkacak değiliz ya.

Derken dar bir bina arasına geliyorum. İkili işaret var. Buradan araya gir demek. Yukarı doğru bakıyorum. Şapkam olsa düşecek başımdan, öyle yukarı bakıyorum. Bir sonraki işaret minare boyu yüksekte. Daha sonraki ise ondan da bir minare boyu yüksekte.

Oturuyorum yere. Bunu beklemiyordum. Buraya çıkamam. Gerçekten çok dik. 20 katlı binaya dışarıdan merdiven dayamışsınız gibi dimdik.

Bir tokat atıyorum yüzüme.

“TİMŞEL”

Biraz daha ayrıntı hatırlıyorum kitaptan.

Lee iki çeviri arasındaki farka takılıyor. İbranice bilenlere danışıyor ve gerçeği öğreniyor.

Timşel aslında, ne “olacaksın” şeklinde bir haber, ne de “Ol” şeklinde bir emir.

“Olabilirsin” demek.

“İyi olursan yüzünü kaldırırsın. Kötü olursan günah kapına gelir. Ama sen ona hakim olabilirsin.“

Bu ne bir müjde, ne bir emir. Sadece sana sunulmuş bir seçenek. Kendi seçimin. Ne kaderinde yazıyor, ne de sen bir başkasının emriyle yapıyorsun. Kendi kararın.

Kendime hakim olabilirim. Batonlara dayanıp yukarı tırmanmaya başlıyorum. Ne kadar zaman geçiyor, ne kadar zorlanıyorum, yol nasıldı, hiç bir fikrim yok.

Sadece tırmanış bittiğinde karşımda Uğur ve eşi Hülya’yı beni bekliyorken buluyorum.

“Bitti” diyorlar. “Az bir iniş var sonra bitiyor.”

Diskalifiye olurum korkusuyla bana dokunmalarına engel oluyorum. Titriyorum soğuktan, yine de verdikleri ceketi almıyorum.

Sonunda finişe varıp madalyamı, drop bag’imi alıyorum. Yemek koyuyorlar önüme, dokunamıyorum bile. Çay teklif ediyorlar, düşününce bile midem kalkıyor.

Sadece ateşin başına geçiyorum. Biraz nefeslenmek ve ısınmak istiyorum.

Hemen arkasından ateşin içinde bir küçük patlama oluyor. Alnıma, burnuma küller geliyor. Dumandan da rahatsız oluyorum. Otele gidiyorum.

Sabahın 05’i zaten. Kullanılan malzemeleri kabaca temizleyip yerleştirme. Hemen arkasından duş. Sonrası derin bir uyku.

Sabah arkadaşlarım kahvaltıyı odaya getiriyorlar. Zorla kaldırıp törene götürüyorlar. Yaş grubunda üçüncü olmuşum. Zaten 7 kişi katılmış, dördü bitirmiş benim yaş grubunda.

Özgür de yaş grubu üçüncüsü ama, onun yaş grubunda ilk 20’’ye girmek bile başarı. Genelde 7. sırada. Hepimiz gurur duyuyoruz.

Otele dönünce elime telefonu alıyorum. Haberlere bakıyorum. Ne zamandır günlük hayattan uzaktayım.

İlk anda görüyorum. Grizu patlaması. 41 madencimiz hayatını kaybetmiş.

Bir an için utançla kızarıyorum. Az önce neşeyle kutlama yaptığımız geliyor aklıma.

Aynaya gidip yüzümü yıkamak istiyorum. Burnumda ve alnımda yanık izleri var. Dün ateşteki çatırdamayı hatırlıyorum.

Ben ateş sıçradı sanmıştım alnıma. Oysa bir madenci tükürmüş suratıma.

27 Beğeni

“Ağacın yanından geçiyorum, kafamı aşağıya indiriyorum, köprüden kayarak geçiyorum derken sanki beni bilgisayar oyununun içine atmışlar, ben orada Mario olmuşum gibi bir histi. “Böyle bir zevk olamaz” dedim” demiş Aysel Hanım. Farklı bir yerden bakmış patikadaki zorluklara. Ürgüp’deki kayarak inmekten şikayet ettiğimiz kumluk tepeyi görse “İşte Mario’ya yakışır bir bölüm sonu canavarı” tepkisi verirmiş gibi geldi.

5 Beğeni