Koşmaya Utanmak

Yazacaklarımın hiçbir veriye, araştırmaya vs. dayanmadığını, tamamen kişisel yorumlarım olduğunu ve yanılma hakkımı saklı tuttuğumu belirtmek isterim. Yazı epey uzun oldu, nedense bi’ türlü kısa cümleler kuramadığımı farkettim :slight_smile: . Bu sefer de kültürümüzün cevap hakkını kullanmak istedim :slight_smile: . Ayrıca fikirlerini paylaşan/paylaşacak herkese şimdiden teşekkür ediyorum. (Sayın @tugrulpeker; lütfen yanlış anlamayınız, görüşünüzü paylaştığınız için size de içtenlikle teşekkür ediyorum…)

Arkadaşlar tarafından “başkalarını umursamama”, “çatışma arzusu” gibi çok güzel tespitler yapılmış. Bu tespitleri bir adım öteye götürecek olursak; toplumumuzda kavga, adam yaralama gibi adli olayların diğer medeni toplumlara göre daha sık olduğu öne sürülebilir. Bu durum sanırım toplum olarak hem dürtüsel ve hem de sürekli tetikte olmamızın bir sonucu olabilir. Yapılan tespitlere bir ekleme yapayım: toplum olarak sürekli tetikte olmamızın bir örneği de “ne bakıyon lan!” durumlarının (ve ardından çıkan tartışmaların) yaygınlığıdır :slight_smile: … Ve koşucular olarak bize bakanları, laf atanları çok ta tınlamayışımızın nedeni; bazı dürtüleri belki de daha iyi kontrol edebiliyor olmamızdır. Örneğin; koşu pistinde 20 tur attıktan sonra “yeter artık koştuğun, hadi dinlen biraz” şeklindeki içsesimize inat 2 tur daha koşmamız gibi…

İnsanda (toplumda) iki ana içgüdü olduğunu düşünüyorum: açlık (ekonomi), tehlike (güvenlik).
Bunlarla ilgili problemler; ani tepki verme, sinirlilik, sürekli tetikte olma gibi davranışlar ile kendini gösterebiliyor. Örneğin insan açsa (toplum ekonomik olarak zordaysa) yada insan ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyaysa (toplum jeopolitik riskleri sezdiyse), insan ani tepkiler verebiliyor yada daha sinirli olabiliyor. Sevdiğimiz bir yemeği yediğimizde moralimiz artabiliyor. Birey olarak çoğumuz bu durumları yaşamışızdır. İnsandaki bu durum, endokrin sistemin çalışma prensipleriyle açıklanabilir (detaylarını sormayın ben de bilmiyorum :slight_smile: ). Toplumlarda da sanırım benzer bir çalışma (gelişme) prensibi var:

Şu anda medeni olarak gördüğümüz toplumların -hepsi değil ama birçoğu- nesiller boyunca şöyle bir süreçten geçmiş olabilir:
“başka toplumların sırtlarına basarak ekonomilerimizi yükselttik (ekonomi:+)… Artık varoluşsal bir tehtit de görmüyoruz. Bazı çatışmalarımız var ama yaşadığımız yerden uzak coğrafyalarda. Çünkü çatışmalarımızı hep uzak yerlerde (sırtlarına bastığımız toplumlarla) yapıyoruz (güvenlik:+)… Bu yüzden artık spora ilgi duyabiliriz. Çok sayıda insan spor yapmaya başlar, yavaş yavaş bir sürü maraton da düzenlemeye başlarız. Sokakta koşanlar artık bizim için o kadar da sorun olmaz. Onlara saygı duyarız, onları teşvik bile ederiz (spor:+)… Yani sonunda medeni olduk, ama kimin ne kaybettiği çok da önemli değil…”

Bizim açımızdan ise süreç söyle gelişti sanırım:
“başka toplumlarla olan ilişkilerde “karşılıklı kazan-kazan” dışında bir ilke benimsemedik (ki bunda kültürümüzün etkisi var mı, bilemiyorum). Kendimizin sebep olduğu yada dış kaynaklı bir sürü ekonomik sorunla uzun süredir uğraşıyoruz (ekonomi:?)… Kendimizin sebep olduğu, dış kaynaklı yada jeopolitik nedenlerle sürekli olarak tehtit altındayız (güvenlik:???)… Spor mu? Ne sporu abi (spor:?/-)! Önce karnımızı bi’ doyuralım…”

Bu forumdan örnek vermek gerekirse; aramızda belli bir gelir&eğitim seviyesinde (belki de etrafı duvarlarla çevrili, özel güvenlikli sitelerde yaşayan?) beyaz-yaka meslek gruplarından çok sayıda kişi (ekonomi:+, güvenlik:?/+, spor:+) olduğunu tahmin edebiliyorum. Ama diğer meslek gruplarından daha az sayıda (ekonomi:?, güvenlik:?, spor:+) olduğunu düşünüyorum. Yeri gelmişken tuhaf bir yorum ekleyeyim: düzenli spor yapmayan bir doktorun, diğer insanlardan biraz daha fazla eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tıpkı yalan söyleyen bir imamı diğer insanlardan daha fazla eleştirdiğimiz gibi…

Günümüzden ve tarihten de örnek verilebilir: kendimizi tehtit altında hissetiğimiz bu devirde birbirimize yaptıklarımız (başkalarını umursamama vb) arkadaşlar tarafından örneklendirilmiş, ve günümüzde kendilerini rahat hisseden medeni toplumların davranışları da örneklendirilmiş. Bu çağda medeni olarak gördüğümüz toplumların, kendilerini tehtit altında hissettiği zamanlardaki davranışları tarih kitaplarında “Karanlık Çağ Avrupası” başlığı altında incelenebilir, ve yaklaşık aynı dönemlerde bu topraklarda kendini rahat hisseden insanların (hatta kendini rahat hissetmeyen -örneğin Moğol İstilası sırasında Anadolu’daki- insanların) da davranışları incelenebilir. Aradaki fark; kültürümüzdeki “merhamet”, “karnı aç ama gözü tok olmak” gibi olgularla ilişkilendirilebilir mi, bilemiyorum. Tabi bu olguları da yavaş yavaş kaybediyoruz.

Belli bir eğitim seviyesindeki insanların -koşmasalar bile- biz koşuculara olumlu yaklaşımı hepimizin malumudur sanırım. Fen/sosyal bilimler eğitiminin; başkalarını umursama, karşındakinin yaşamına saygı duyma gibi davranışların gelişmesinde çok kuvvetli bir araç olduğunu düşünüyorum - istisnalar kaideyi bozmaz: (Üniversiteyi bitirdikten sonra babamın bana ithafen şakayla karışık söyledikleri: “Eşeğe bi’sürü kitap yüklesen de, eşek yine eşektir”, “Mühendis oldun ama hala adam olamadın” :slight_smile: )… Fakat eğitim, bu davranışları geliştirmede tek araç olmayabilir. Çünkü her eğitim/eğitimsizlik(çoban?) seviyesinden insanın “birlikte yaşamak” kültürünü asırlardır uygulayabildiği bir coğrafyadayız:

Son dönemlerde -belki de son yüzyılda- sürekli olarak tetikteyiz, bu yüzden istenmeyen olumsuz dürtülerimiz/problemlerimiz oluşabiliyor. Fakat bu olumsuz dürtüler/problemler kendi kültürümüzde sistematik bir biçimde çözümlenmiş gibi görünüyor: “kendi gibi olmayana hoşgörülü olmak”, “birlikte yaşamak”, “farklılıkları yaratıcının farklı bir imzası olarak görmek”, “öfkeyi yutmak”, “gıybet yapmayı ölü eti yemekle eş tutmak”, “kötülüğe karşı iyilikle mukabele etmek”, “kardeşinin iyiliğini kendi çıkarına tercih etmek”, “kalp kırmayı en büyük suçlardan saymak”, “kestiğimiz ağaçtaki bir karıncanın bile an gelip bunun hesabını soracağını bilmek”, “doğayı korumak” gibi olgular aslında kültürümüzde gizli. Örneğin; yakın günlerde raslayacağımız “insanın kendi özgür iradesiyle aç&susuz kalması, açlığın&susuzluğuz neden olduğu olumsuz dürtülere karşı koyması” ( yada karşı koyamayıp akşamüstü trafikte birbirine dalması :slight_smile: ) bunun güzel bir örneği olabilir… Ayrıca; hem kültürlerine sıkı sıkıya bağlı olan, hem de ekonomide-teknolojide-sporda olumlu bir konumda bulunan Japonlar bizim için güzel bir örnek olabilir: Japonları kendimize birçok toplumdan daha yakın hissettiğimiz de yaygın bir algıdır.

Özetlemek gerekirse; çeşitli nedenlerle sürekli tetikte olmamız çok sayıda olumsuz durum oluşturabiliyor: birbirini umursamama, sokakta koşanlara çeşitli tepkiler vs… En kibar ifadeyle; birbirimizi gerçekten çok üzüyoruz. Bu sürekli tetikte olmanın olumsuz dürtülerini kontrol yöntemleri de aslında kültürümüzde gizli gibi, ama uygulanırlığı ne yazık ki giderek azal(tıl)ıyor. Bu sürekli tetikte olma halinin fikrimce ilginç bir yan etkisi ise; bu jeopolitik koşullarda ayakta&hayatta kalabilmemize yardım etmesi…

Umarım birgün ekonomi ve güvenlik problemleri nedeniyle bu kadar tetikte olmamız gerekmez… Yada sürekli tetikte olsak bile kültürümüzün derinliklerinde kalmış olgulara daha çok önem verebiliriz. Böylece biz de -diğer toplumlarda gördüğümüz gibi- sokaklarda koşan(lara yol veren) bir sürü kişi görebiliriz. Hiç de başka ülkelere gitmeye gerek kalmadan, çok sayıda kaliteli maratona/ultramaratona katılabiliriz. Ki ben -tıpkı Uludağ’a, Kaçkarlar’a gittiğim gibi- Gabar Dağı’nda yapılacak bir ultramaratona gidip oradaki insanlarla tanışmayı-konuşmayı çok isterim… Siz istemez misiniz?

Vesselam

4 Beğeni

Yazdıklarının çoğu doğru tespitler olduğu gibi, bu yazdığına çok katılmıyorum.Çoğunluk için söylediklerin doğru olduğu gibi,toplumun diğer kesimlerinden de (bende o topluluktan sayıyorum kendimi) koşucu-sporcu arkadaşlarımız var.

3 Beğeni

Haklısınız. Bu tespit elimde patladı… :face_with_head_bandage:
Demek ki babamın söyledikleri hala geçerliliğini koruyor… :slight_smile:

1 Beğeni

Yazdıklarının geneli ve tespitler muhteşem…:sunglasses:

1 Beğeni

Ben koşmak için genelde dağları ve ormanları tercih ediyorum inanın çok çok rahat ediyorum oturduğum muhitte olumsuz bir tepki almadığım gibi birçok yürüyüşünün koşuya geçtiğini gürüyorum bunda görsel olaraktan olsa payım olduğunu düşünüyorum sıkıntı nerede oluyor 400 m lik parkur belli saatlerde yoğun oluyor bende boş saatlerde koşmayı tercih ediyorum

1 Beğeni

Hepsi tam yerinde tespitler, ince ince anlattığınız için de teşekkürler. Söylediklerinize çokça katılıyorum minik bir ama haricinde…

Muhakkak ki birçok toplumun geçmişi karanlık ve bugün en medeni kabul edilenlerin ortak özelliği refah düzeylerinin (ekonomi & güvenlik) yüksek oluşu. Hâliyle bu korunaklı hayatlarda detaylar ile meşgul olabiliyorlar.

Ancak toplumlar da aynı bireyler gibi hem benzerlikler hem de kendine has özellikler barındırabiliyor. Daha önce bahsettiğim bisikletçi yanlış hatırlamıyorsam ölmeden önce 40 ülke gezmiş ve bir kısmı bizden kat kat tehlikeli ve fakir coğrafyalar.

Karadeniz’deki karavan olayı… Pipa’nin başına gelenler vs. Bu suçlar başka ülkelerde olmuyor değil ama aşikar bir şekilde şiddete meyil var.

Sizin de örneğini verdiğiniz “was guckst du” (ne bakıyorsun) Almanca argosuna sayemizde girdi.

Kişinin kendini algılama biçimi ile diğerleri tarafından algılanma biçimi farklılık gösterebilir. Aynısı toplumlar için de geçerli. Bu temelde acaba neden sürekli kavgacı olarak algilaniyoruz?

Kalabalık cümleler ile aslında demek istediğim eğer nesnel gerçekliğe başka açılardan bakabilirsek olumlu yönde değişme şansımız olur. Onlar böyle biz böyleyiz gibi ihtiyaçlar da ortadan kalkmış olur.

PS: dün mini bir ısınma koşusu yaptım ve köprü üzerinde biri yüzüme bakıp samimi bir şekilde gülümseyerek kolay gelsin hocam dedi. Muhtemelen o da bir koşucu. En güzel değişim olumlu örnekleme…

Saygılar :v:

4 Beğeni

Yapı olarak da utangaç olduğum için ilk koşu+yürüyüş deneyimimde oldukça utanmıştım. Dinlediğim programın komutlarına göre biraz koşuyor biraz yürüyordum. Kafamda da sürekli acaba bu napıyor diye garip garip bakan var mı, acaba komik koştuğumu düşünüp gülen var mı soruları vardı. Birileri birşey derse duymamak için de yüksek sesle müzik dinliyordum. Bütün bu düşüncelere rağmen eve gittiğimde kendimi çok iyi ve bir sonraki koşu için çok istekli hissettim. İlla ki koşmamı garip bulan insanlar vardır ama onlar garipseyecek veya bana gülecek diye sevdiğim şeyi terkedemem diye düşünerek kendimi motive ediyorum :relaxed:

6 Beğeni

Bana sorarsanız hayatı başkası ne der diye yaşamamak lazım. Nasıl mutlu oluyorsanız, nasıl istiyorsanız öyle yapın…

Bir de şu ayrımı yapmak lazım; koşarken utanmak başka, koşarken rahatsız edilmek başka… koşarken utanmak sanki insanın kendine bakışı ile ilgili değil mi biraz? Dışardan kötü gözüküyor muyum kaygısı belki de… tavsiyem şudur; Özellikle kalabalık bir yerde koşarken, canlı yayınlanan ve dünyanın takip ettiği bir maratonda birinci sırada koştuğunuzu düşünün :)) motivasyonunuz artar :slight_smile: Koşarken nahoş hareketlere maruz kalmak ise herkes için sinir bozucu sonuçta… ama bazen güzel şeyleri de kaçırmamak lazım. Evet dibimden geçen araba da oldu ama koşarak kavşağa yaklaştığımı görünce durup geçmemi bekleyende oldu… çok da kafaya takmamak lazım belki de…

2 Beğeni

“Her koşmayan potansiyel bir koşucudur. Eğer bir toplumda daha fazla insan koşarsa o toplum daha mutlu, huzurlu, barış içinde ve verimli olur. Biz bizden sonrakilere daha iyi bir dünya bırakmak istiyorsak yapacağımız şeyler arasında koşmak ve koşarak başkalarını etkilemek de var. Koşmaya en uzak insanları bile.”
Koşuyorum Öyleyse Varım: Prof. Dr. Taner Damcı.

3 Beğeni

Toplumumuzda veya dünyada, koşan insanların neden koştukları sürekli sorgulanır. Bunu sorgulayanlarda koşmayanlardır. Ancak asıl sorgulanması gereken, koşmayanların neden koşmadıklarıdır. Bunu sorgulaması gerekenlerde, koşan insanlardır. Koşmayan kişiler kendi kendilerini sorgulayamazlar, çünkü sürekli bir bahaneleri vardır. Herkes çevresindeki insanlara neden koşmadıklarını çok ilginç bir şeymiş gibi sormalı. Koşmayan insanlara, “bir sakatlığın mı var?” “Problemin varsa yardımcı olabilirim, tanıdığım iyi doktorlar var” tarzında sorularla yardımcı olunmalı.

3 Beğeni

Son cümle güzelmiş :smile: Ben de kullanacağım.

Eski konu tekrar canlanmış, ilgimi çekti. Koşu deyince yalnız işin teknik yönü değil, sosyal yönü de var işte. Yazanların hepsine toptan teşekkür. Hani tam olarak aklıma yattığından değil ama okurken şu fikir geldi: spor yapana laf atan veya rahatsızlık verenle ilkokulda hoşlandığı kızın saçını çeken oğlan arasında bir benzerlik var mı acaba. Birebir sorsanız nerdeyse istisnasız herkes sporun çok iyi olduğunu söyler. Belki de rahatsızlık verecek şekilde ilgi gösterilmesi (dalga geçme dahil) gördüğü aksiyona ucundan kıyısından iştirak etme çabasıdır.

İtalya’nın küçük bir şehrinde yaşayıp koştuğum için karşılaştırma imkanı var. Daha çok koşan ve özellikle bisiklete binen var, haliyle sokakta spor yapan görmek alışık olunan bir şey. İlgilenen, laf atan oluyor yine. Ama insan, kendisi gibilerin çokluğundan güç aldığından olsa gerek, daha kendine güvenli hissediyor, atılan lafları iltifat olarak algılıyor.

Tabi burda da sahil kenarında tavla açıp oynasanız, aynı şekilde rahatsız edecek seviyede ilgiye maruz kalabilirsiniz… Yani alışkanlıklar ve durumlar değişse de insan her yerde üç aşağı beş yukarı aynı insan…

Genellikle erkeklerin cins cins bakmasının sebebi evet dediğiniz gibi aslında. Kızların genelde koşan spor yapanlardan hoşlanması böyle maganda erkekleri koşu yapanlara karşı girişimlerde bulunmaya itiyor. Önce sporu kötülerler, sonra arabadan, paradan futboldan konu açarlar, bir şekilde egolarını tatmin ederler. Bu yüzden böyleleri genelde bizim gibilere karşı bir cephedir. Takılmayın geçin derim. Koşu yaptığım köylerde kadınlar daha çok normal karşılıyor fakat erkekler acayip ayar oluyor, hallerinden belli oluyor.

3 Beğeni

Onların standartlarından uzaklaştıkça bakışlar, laf atışlar ve hatta engelleme çabaları artacaktır. Taytımı giyip kimsenin ne diyeceğini gram umursamadan ilçeden ilçeye koşabiliyorum. Onlar baksın dursun ben ‘mutluyum’ ötesi yok.

4 Beğeni

Hah! İşte bu. Aynen katılıyorum. Ayrıca içimden onlara teşekkür ediyorum. İnanın o tacizci bakışlar, alaya alarak gülmeler vs… beni daha çok motive ediyor ve performansımı arttırıyor. Arada öyle az yada 2-3 kişiden fazla kitleler görünce özellikle duruyorum ve çorabımı, ayakkabı toparlıyorum.Bazen de taytımı düzeltiyorum onları arkama alarak. Sonra daha emin adımlarla koşmaya başlıyorum. Hem beni sakatlıklardan koruyorlar hemde formumu yükseltiyorlar.

2 Beğeni

“başkası ne düşünür” diye yaşamak toplumumuzun en büyük zaflarından biridir… İnsanlar sen ne yaparsan yap illaki bişeyler düşünür…

Peki ben nasıl hissediyorum…

En güzel tişörtlerimi, en güzel koşu şortlarımı, ayakkabılarımı giyip… Koluma telefon aparatını bağlayıp fit bir vücutla çıkıyorum koşuya…

Evet bakıyorlar… Ama benim yüzümde muzip bir gülümseme de görürler…

Onlara “sizin yapamadığınızı ben yapabiliyorum” deme şeklimdir bu…

1 Beğeni

Ben de utanıyordum. Özellikle kilomdan ve koşu bandı aldım. Forma girmeye başlayınca attım kendimi dışarılara

1 Beğeni

Bende ilk başladığımda öyle olmustu. Herkes bana bakıyor sanıyordum. Sonra koşudan sonra gelen rahatlama mutluluk ve özgürlük hissi çok guzel.

1 Beğeni

Uzun zaman önce bu posta ben de kendi tecrübemi yazmıştım, bir ekleme yapmış olayım. Sağlık için, zindelik için, mutluluk için koşuyorsun ve bunları da kendi sabrınla/gücünle elde ediyor, her gün daha iyiye gitmek için çaba sarfediyorsun, sen niye utanasın? Koşmayanlar utansın :slight_smile:

5 Beğeni

Utanma duygusu sadece koşmayla sınırlıysa, durumun üstüne giderek halledebilirsin. Ancak pekçok sosyal ortamda benzer sıkıntıları yaşıyorsan, sosyal fobi belirtilerin olabilir ve bunu için psikiyatrik destek almanı öneririm. Yine psikodrama gruplari utangaçliğı, sosyal zorlukları yenmede çok yardımcı olur.

3 Beğeni