Daha Fazla Gelişememek

Zaytung’da bir haber okumuştum, hatta Zaytung tarihinde en çok güldüğüm haber oldu.
OECD, 30 Yıldır “Gelişmekte Olan Ülkeler” Kategorisinden Çıkamayan Ülkeleri “Anca Bu kadar Gelişebilen Ülkeler” Kategorisine Almaya Hazırlanıyor" diye :grinning::grinning:
Neyse belki okumak isteyen olur, alta linki de bırakayım.
Ben de gelişmekte olan bir koşucudan, artık anca bu kadar gelişebilen koşucu seviyesine geldim sanırım çünkü interval, kuvvet ve tempo çalışmaları yapmama rağmen uzun koşu antrenmanlarında 30K üzerine çıkamıyorum. hatta maratonlarda enteresandır 32den sonra düşmeye başlıyorum. Hızla ilgili bir sorunum yok ancak dayanıklılık artırmakla ilgili ciddi bir programa ihtiyacım var . Sanırım artık maraton seviyesine kadar ulaştıran interval veya tempo antrenmanları, bir üst seviye için yeterli olmuyor.
Bu yıl hedeflediğim 50-70K aralığındaki koşuları nasıl yapacağım bilmiyorum. Çok kişisel bir soru olduğunun farkındayım ancak internette, 10K, yarı maraton veya maratona ulaştıran sayısız kaynak var ancak bir üst seviye için gereken antrenman temposu veya planına ulaşmak o kadar da kolay olmuyor. En azından bu seviye için kaynak paylaşımı konusunda destek olabilecek varsa çok sevinirim.

https://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=154681

4 Beğeni

Hocam bazen gelişme arzusu tek başına gelişimin önünde bir engel olabiliyor, sürekli mutlu olma reçetesini kovalayan modern insanın nihayetinde çok fazla şey bilip daha mutsuz olması gibi.

Bazen geriye yaslanıp gözlemlemek, anlamak ve kabullenmek gerekiyor.

Bunu ne için yapıyoruz? Ne kadar zaman ayırabilirim? Ne kadar sürede toparlanabilirim? Günlük hayat akışımda ve bedenimde bu yeni duruma adapte olmak için ne gibi değişiklikler yapmalıyım? Ve cevaplar netleşince, bunu gerçekten yapmalı mıyım?

Beslenme, interval, tempo, güç idmanı, esneme, toparlanma gibi tüm öğelerin yerli yerinde olduğunu varsayarsak işin matematiği basit. Antrenman temposu 4.30 olan biri misal yarımaratonu 4:00 koşmaya çalıştığında son üç dört kilometrede tükenir ama 4:15 civarı çizgiye kadar dayanabilir. Yani idman kadar koşulabilir.

30 civarı tükenme çoğu kişinin yaşadığı fizyolojik bir şey. Beden işini görmüştür ve bundan daha fazlasını neden koştuğunu anlamaz, zihinle konuştukları lisan aynı değil. Beden sadece biyokimyadan anlar; yakıt biter, enflamatuar yapılar salınır, kaslarda artık ürünler birikir vs. Bunu geliştirmenin tek ve biricik yolu koşacağınız yarışı taklit eden daha fazla idman. Kademeli strese vücut adapte olarak cevap verir. Mental kısmı ise kişiden kişiye çok değişir. Yıldızlı, sihirli bir formülü yok. Hatta bazen vücut yapma diyorsa yapmamak lazım, var bir bildiği.

Aykut hocanın kitabında uzun mesafe koşu idmanlarına dair geniş kapsamlı bilgi var, ona göz atabilirsiniz. Kolay gelsin :v:

12 Beğeni

Uzun mesafelerde iki önemli nokta var deneyimlerime göre.

1-Beslenme
2-Psikolojik dayanıklılık

25km.'ye kadar beslenmeden rahat idman yapıyorum ama bu mesafenin üzerine idmanda veya yarışta çıkacaksam (herkese göre değişir) her 10km. de bir düzenli beslenmem lazım yoksa patlıyorum ve bunu bugüne kadar özellikle yarışların verdiği heyecanla çok yaşadım.Beslenmeyle beraber sıvı alımını da iyi ayarlamak lazım.Az su alımından daha ziyade fazla sıvı alımı midemde devamlı tabiri caizse sallanmaya ve sonucunda da mide bulantısı ve kusmaya dönüşüyor ve verdiği keyifsizliği anlatamam.Ben mesela sıvı alımıyla beraber midemdeki bu sallantının önüne geçmek için ekmek gibi sallantıyı bir miktar dengeleyecek besinler çok işime yarıyor.Ama dediğim gibi bu benim fizyolojim.Herkesin deneme yanılma yöntemiyle kendine göre doğruyu bulması lazım.Mesela meyve gibi besinleri asla tüketemiyorum, yoksa midemi çok kötü bir hale getiriyorlar.

Ve daha da önemlisi psikolojik eşik.Eğer kontrolü bir defa bile kaybederseniz beyin sürekli mazeret uydurarak kontrolü ele geçirmeye çalışıyor; sonra da geçmiş olsun.

5 Beğeni

Değerli bilgiler için çok teşekkür ederim. Özellikle

bu kısmı her yerde bulabileceğimiz cinsten değildi. Bu seviyelerdeki her küçük değişiklik hemen somut olarak olumlu veya olumsuz görünüyor.

2 Beğeni

Çok teşekkür ederim, sıvı alımını vücudumun el verdiği optimum seviyede tutuyorum ancak her 10Km’de bir beslenme olayı ile uzun koşuları parçalara bölmek, antrenmanları hem fiziksel hem de mental bir rahatlık sağlayıyor çok haklısınız.

1 Beğeni

Hedef 1.5-5-10 km gibi “korkunç yüksek olmayan” değerler olduğunda,antreman sırasındada hedef mesafeyi birçok kez koşarsın. Oradaki antremanlarda hızlanmak için çaba harcarsın.Ama ilk maratonunu koşacak kişi illaki bir iki 30km antrenmanı yapar ama antremanda 3 kez 42km koşmaz.Bahsetttiginiz 50-70 km için ilk koşuda fırtına gibi esmeyi, tempo ve derece yapmayı çoğu kimse düşünmez.42km icin belki haftada bir 20km, yarışa kadar 1 kez 35km koşmak tavsiye edilirse antreman yükünü her hafta tek seferde 30km koşarak hazırlanmak olur mu?
Şu bağlantı güzel http://ritimblog.com/2010/05/23/kosu-antrenmani-turleri-ve-bosa-giden-kilometreler/

3 Beğeni
  1. Haftada 40km üzerine çıkmış örnek antreman programı.http://uzunmesafe.blogspot.com/2011/11/ultra-maraton-antrenman-program.html?m=1
2 Beğeni

Zihinsel Dayanıklılık : "Kapı"
Uzun mesafeli koşularda önemli bir yer tutabilecek olan zihinsel dayanıklılık konusunu, Ultra Kitap’ta verilen “kapı” benzetmesinden yararlanarak biraz tartışmak isterim:

Örneğin 70K’lık bir yarışta, belki de 25K civarındayken, “keşke bi’ tık daha kısa parkura katılsaydım” diye düşünmeye başladığınız anda, bilin ki bu düşünceler “kapınızı çalmaya” başlamıştır. Bu düşüncelere “kapıyı araladığınız” anda; bu filmin sonu “zaten yeterince antreman yapamamıştım… 27K’dan itibaren %25 eğimle bir dağa tırmandık, orada çok yoruldum… internetten bakmıştım; hava raporu güneşli gösteriyordu ama dağın tepesindeyken dolu|kar yağdı, çok üşüdüm… 33K-40K arasında bileğe kadar çamur vardı, kalan tüm enerjimi de orada kaybettim… ama zaten önemli olan katılmaktı, bitirmesem de olur… seneye yine katılırım…” şeklinde bitebilir… Ayrıca; bu düşüncelere “kapıyı araladığınız” anda olabilecekler, Ultra Kitap’ta DNF-Yarış Bırakma bölümünde çok daha etkili&uzun bir şekilde anlatılmış, okunmasını kuvvetle önerebilirim… Özetle; nasıl ki maratonda çarpmamamız gereken bir “duvar” varsa, ultramaratonda da asla açılmaması gereken bir “kapı” olduğu düşünülebilir…

Bu düşüncelere “kapıyı açmadığınızda” ise; bu düşünceler önce kapıyı daha ısrarlı çalmaya başlar, eğer onları kapıdan kovarsanız bacadan girmeye çalışırlar, yine içeri almazsanız bu sefer dönüp kapıyı tekmelemeye başlarlar, yine içeri almazsanız kapının hemen dibinde gürültü yapıp dikkatinizi dağıtmaya çalışırlar, yine de kapıyı açmazsanız bu sefer de pencereye taş atmaya başlarlar - hatta bazen cam-çerçeve ne varsa indirirler, fakat siz izin vermediğiniz sürece içeri giremeyeceklerdir… Yani bu düşünceler yarış boyunca sizi rahat bırakmayacak ve “eve girmeye” çalışacaktır, taa ki kendi içdünyanızda “bu iş oldu, ben bu yarışı bitiririm!” sesini duyana kadar…

Yukarıdaki Zaytung paylaşımına bakılınca, gülünecek bir konu olduğu düşünülebilir… Nacizane; ben bu yazıya baktığımda, olumsuzluk ima ederek okuyan kişinin zihinsel direncini “törpülemeye” çalışan bir düşünce örgüsü görüyorum ki benzer bir törpülenme süreci “antreman yapamamıştım… çok yoruldum… çok üşüdüm… çok çamur vardı… orada kaybettim…” şeklinde yukarıda örneklenmişti. Bu her iki “törpüleme” sürecinin de ortak özelliği “olumsuzluk” olarak belirlenebilir…

"Birisini (birşeyi) tanımanın en iyi yolu onunla birlikte yolculuk etmektir" denir; bu tip “kapıyı aralamaya çalışan” düşüncelerle uzun süreler|mesafeler boyu birlikte yolculuk edildikçe, günlük konularda da bu tip düşünceler daha kolay tespit edilebilir. Örneğin; ultramaratonlarda edinilecek zihinsel dayanıklılık, günlük hayattaki algı yönlendirme çabalarını sezmekte de kullanılabilir ki bu çabaların da yegane amacı -tıpkı ultramaratonlardaki “eve girmeye çalışan” düşünceler gibi- "o kapıyı aralamak"tır…

Tüm bu eve girmeye çalışan düşünceler, zihinsel direncin ‘törpülenmesi’, kapıyı aralamak gibi benzetmeler biraz tuhaf görünebilir. Bu düşünceleri gerçekten çok merak eden koşucular için, biraz da tehlikeli bir deneyim olarak; “acaba ne kadar uzağa gidebileceğim?” hedefiyle ürpertici uzunlukta bir koşuya katılınırsa, bu düşüncelerle -hatta o "kapı"yla- bizzat karşılaşılabilinir. Şüphesiz ki dayanıklıklı&kuvvetli bir beden, bu düşüncelerin “kapıya dayanmasını” geciktirebilir. Fakat mesafe yeterince uzunsa, eninde-sonunda bu düşüncelerle zihinsel olarak çarpışmak zorunda kalınacaktır. İşte tam da bu anda; olumsuzluk örgüsüyle boğuşmanın ne kadar zor olabileceği, "tedbirli&ihtiyatlı (belki biraz da şüpheci) bir iyimserliğin" ise işleri biraz daha kolaylaştırabileceği, zihnin (ruhun???) derinliklerin gelen bir olguya (umuda???) tutunmanın biraz(?!) sabır ile birleştiğinde tüm bu kuşatmaları nasıl kırabileceği bizzat yaşanarak deneyimlenebilir… Uzun lafın kısası; “baklava şöyle tatlıdır, baklava böyle güzeldir” cümlelerini okumaktansa, bi’ dilim baklava tadılır, biter gider…

Koşucu-Ülke Benzetmesi
Ancak bu kadar gelişebilen koşucu ile ancak bu kadar gelişebilen ülke arasında yapılan bu çok güzel benzetmeye farklı yönlerden de yaklaşılabilir:

Benzetmedeki koşucumuz uzun süredir takip ettiği antreman sisteminde bir değişiklik yapma ihtiyacı duymuştur, çünkü bu sistemin daha büyük hedefler için yeterli olmayacağını düşünmektedir… Benzetmedeki ülkemiz ise -çok benzer şekilde- uzun süredir takip ettiği sistemin daha büyük hedefler için yeterli olmayacağını düşünmüş ve sistemini değiştirmiş olabilir; örneğin cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmek gibi…

Benzetmedeki koşucumuz işlerin iyiye mi kötüye mi gittiğini anlayabilmek için her ay nabız ölçümleri yapabilir. Aynı parkurda, yaklaşık aynı koşullarda, yaklaşık aynı hızla yapılan ölçümlerde giderek düşen nabız değerleri; işlerin iyiye gittiğine dair bir fikir verebilir… Benzetmedeki ülkemiz ise -benzetmeye uygun olarak- işlerin iyiye mi kötüye mi gittiğini anlayabilmek için her ay iktisadi verileri ölçebilir. Bu ölçülen iktisadi veriler işlerin iyiye mi kötüye mi gittiğine dair bir fikir verebilir…

Benzetmedeki koşucumuz başlarda kendisine tavsiye edilen programları uygulayabilir. Fakat kapasitesini arttırdıkça, bedenini&zihnini tanıyıp kendi potansiyelinin farkına vardıkça programında bazı özgün değişiklikler yapmaya başlayacak, hatta sonunda kendi programlarını kendisi belirleyecek, yani kendi yolunu kendi çizecektir… Benzetmedeki ülkemiz ise bir süreliğine kendisine verilen bazı programları uygulamak zorunda kalmış olabilir. Fakat çok çalışıp kapasitesini arttırdıkça, kendi potansiyelinin farkına vardıkça kendi bağımsız programlarını belirleyebilir. Böylece IMF, Dünya Bankası vb. tarafından verilen programları uygulamak zorunda kalmayabilir…

Hemen üstteki “kendi potansiyelini keşfetmek” paragrafına bağlı olarak; uzun mesafeli koşulara hazırlık, uzun süreli ve özgün kararlar gerektirebilecek oldukça kişisel bir süreç olabileceği için hazır antreman programlarına çok sıklıkla raslanamayabilir… Benzer şekilde; ülke olarak “kendi potansiyelini keşfetmek (discover the potential ®)” ve belli iktisadi hedeflere yürümek uzun sürebilir ve özgün kararlar gerektirebilir. Belki de bu yüzden, geçmişte ülkemize hazır olarak verilen IMF programlarından bi’ cacık olmamıştır

Bu filmin muhtemel sonlarına gelecek olursak:

Olumsuz bir olasılıkla; koşucumuz için bu filmin sonu “ben en iyisi maraton derecemi daha da hızlandırmaya çalışayım, çünkü bu ultramaraton işleri beni pek sarmadı…” şeklinde bitebilir. Şüphesiz ki koşu sporu açısından bu da bir tercihtir, fakat bir de “70K koşma kararından vazgeçildiği” gibi bir gerçek ortada durmaktadır… Ülkemiz için ise bu filmin sonu “tek başıma benim nasıl bir etkim olabilir ki… memleketteki tek enayi/akıllı(!) ben miyim… memleketi tek başıma ben mi kurtaracağım… boşveeer, zaten bizim memleketten adam olmaz…” şeklindeki bir vazgeçiş ile bitebilir; bana göre bir şeyi başaramayacağını düşünen umutsuz insanlar, o şeyi başaramazlar…

Umulan bir olasılıkla ise; koşucumuz için bu filmin sonu “70K yarışını tamamladım, şimdi bana daha uzun bi’ yarış lazım” şeklinde bitebilir… Ülkemiz için ise bu filmin sonunu biz zaten biliyoruz: “bir zamanlar fakir ama gururlu” olan genç, "kötü adamlar"ın tüm engellemelerine rağmen sevdasından vazgeçmezse, filmin sonunda sevdiğine kavuşur…

Umulan olasılık değerinin 0.99999… olmasını :slight_smile: temenni eder, hedeflerinize ulaşmada kolaylıklar dilerim…

6 Beğeni