Antalya Ultra 2023 Raporu

Bu hafta yılın son (gerçekten kesinlikle son) yarışı için Antalya’daydım. Antalya Ultra yarışında 85 km’lik etaba katıldım.

Tıpkı Antalya gibi, katılım listesi de Rus ağırlıklıydı. Özellikle soğuk, kar, buz, çamur gibi şartlarla nasıl baş edebildiklerini görmek ilginç oldu. Benim uzun kollular ile titrediğim yerlerde plaj giysileri ile gidiyorlardı.

Bu arada, parkur benim için gerçekten zorluydu. Aslında sabah 04:30’da başladığımızda hava çok da soğuk değildi. Ben yine de çift kat uzunlar giyerek başladım.

İlk 22 km, açıkçası normal bir yol yarışı gibi başlamıştı. Toplamda 250 metrelik basit bir çıkışı vardı.

(Meraklısına not. Binalarda her kat yaklaşık 3 metredir. Bu hesapla 250 metrelik basit çıkış dediğim, yaklaşık 80 kat demektir. Okkalı bir gökdelen yüksekliği yani)

Sadece yağmur nedeniyle taşan çay geçişini karanlıkta, ıslak taşların kayaların üzerinde yapmak sorunlu oldu. Yavaşladık. Uzun kuyruklar oluştu. Gördüğüm kadarı ile düşen kalan olmadan da aşıldı.

Sonraki 9 km ise Geyikbayırı’na ulaşan bir çamurlu yamaç tırmanışı idi. Kaya kaya zorlukla da olsa, güzel bir çıkıştı. Kayıp düşen çok kişi olsa da ciddi hasar alan duymadım.

Toplam çıkışımız 600 metreyi geçti. Patikaya çıkmayı göze alanların katlanmayı sevdiği zorluklardı. 30 km koşup bitirmek gerçekten çok keyifli olabilirdi.

Yeri gelmişken söyleyim, Mahmut Yavuz Hocam yine bildiğini yaptı. 30 km koşacaklara, Geyikbayırı istasyonu için 6 saat süre verdiği halde, 85 ve 57 koşacaklara 4,5 saat zaman tanıdı. Üstelik sonrasındaki Saklıcennet’e ulaşan bölümde çıkış çok daha zorluydu. 7 km’lik bu bölümde 700 metre ek tırmanış vardı ve bu bölüme sadece 1,5 saat Cut-off süresi verilmişti.

Bundan anlaşılacak şu:

İlk 30 km’yi, 30 koşanlardan daha az zamanda gideceksiniz ama bu size yetmeyecek. Sonraki çıkış için de zaman biriktirmeniz gerekecek.

Yani pratikte 3 ile 3:30 saat arası çıkamazsanız, 1350 metre (450 kat, yani dünyanın en yüksek binası olan Burj Khalifa’ya 3 kere çıkış miktarı) yükselerek varacağınız 36. km’deki Saklıcennet istasyonunda Cut-Off kalarak yarışa devam edemeyeceksiniz.

Ben beklemediğim şekilde 3:30 saat gibi ulaşıyorum ve devam ediyorum.

Buraları zorlukla olsa da bir şekilde tırmanılıyor. Ancak bir yandan da inişi düşünüyorum. Gerçekten sıkıntılı bir parkur. Kayalarla kaplı dağlık alanda tırmanırken zorlanıyorum.

Saklıcennet ile Feslikan yaylaları arası ise (yaklaşık 4 km) tamamen donmuş kar altında. Önce erimiş, sonra donmuş cam gibi buz tabakası, paten pisti gibi. Çıkmak için çok yoğun efor harcamak gerekiyor. Bazen 20 metrelik bir bölümü tırmanabilmek için 5-6 deneme yapmak gerekli. Kayıp kayıp baştan tırmanıyoruz. Rusların nasıl yürüdüğünü ise hiç anlayamıyorum. Temkinli de olsa, pek kaymadan, bizlere göre çok daha hızlı çıkıyorlar.

Burası aynı zamanda drop bag istasyonu. Çantaya sıcak tutan ek katmanlar, yağmur pantolonu falan koymuştum. Ancak baştan uzun kollu giyindiğim için malzeme desteği gerekmedi. (Keşke bir kat daha eldiven vardı, onu da taksaydım). Hazırladığım patates püresini alıp gerisini bırakıyorum.

Kar çukuru ve Saklıkent arası ise (yaklaşık 10 km) tamamen ayak bileğimizi geçen derinlikte vıcık vıcık çamur altında. Kalçamızdan aşağısı, ayakkabılarımızın içi çamurla doluyor.

Yine de kazasız belasız 57 km finişine kadar geliyorum. Açıkçası çok da keyif alıyorum. Hava, manzara, geçtiğimiz yerleşim bölgelerindeki insanların tutumu, desteği, CP’lerdeki görevliler, gönüllüler, masalar çok güzel.

Buraya kadar toplam 10 saat süre verilmişti. Ucu ucuna, 9:30 saat gibi ulaşıyorum.

Buradan aynı yoldan geri dönmem gerekiyor. Yol gözümde büyüyor.

İşin doğrusu, cut-offlara takılmadan aralıksız 2500 metre tırmanarak, deniz kenarından Saklıkent kayak merkezine kadar 57 km gidebileceğimi hiç tahmin etmemiştim. Sonrasını planlamamıştım. Biraz kararsız kalıyorum.

Çıkarken zorlasa da büyük tehlike yaratmayan alanlar, inerken ciddi sakatlık riski oluşturuyor.

Murat Barut zaten 57 km koşmuştu, yaş grubunda birinci oldu. Tebrik ediyorum.

Özgür Sancak çıkarken bile düşme sonrası dudak ve diş problemi yaşamıştı. Tecrübesi ile inişin aşırı ve gereksiz riskli olacağını öngördü ve 57. km’de terk etti. Kendine hakim olması takdire şayan. Onu da tebrik ediyorum.

Ben de iyi kötü biliyordum inişin çok daha zor olacağını. Soruyorum da.

“Hayır sabahki buzlar artık erimiştir. Zaten gidip tuzladık orayı” diye cevap veriyorlar.

Biraz da öylesi işime geldiği için inanıp, devam ediyorum. Önce 10 km daha balçık çamuru gerisin geri gidiyorum. Her ne kadar bu bölüme iniş desek de, ilk 5 km içinde 600 metre bir çıkışı da tırmanmak zorunda kalıyorum. Tüm vücudum da çamurla kaplanıyor.

İyice yorulsam da, Feslikan yaylasına sağ salim dönene kadar çamur dışında zorluk çekmiyorum. Ama bundan sonrasında keyif aldığım da söylenemez. Galiba 57’de bırakmak daha iyi fikirdi.

“Çamuru niye bu kadar dert etti ki bu adam” diyenler, Hitlerin Barbarossa harekatını seyretsinler. Tankların, kamyonların aciz kaldığı çamuru görsünler.

Gidiş geliş toplam 20 kilometre uzunluğunda balçıkla savaşmak en sağlam siniri bile gerer.

Neyse ki ayağımdaki Salomon Speedcross 6, buz hariç, çamur, toprak ve karda çok iyi tutunuyor. Yoksa bu kısımlar da ciddi sorun yaratabilirdi.

71 nci kilometredeki Feslikan drop bag istasyonunda pek gıda maddesi kalmamıştı ama, zaten yiyecek halim de yoktu.

“Burası son CP” diye uyarıyorlar, su rezervimi tamamlıyorum. Gerisi sadece iniş diye de yiyecek kısmını pek dert etmiyorum.

Sonrasındaki kalan 14 km ise yola çıkmamla beraber, bir anda kabusa dönüyor.

CP’nin bulunduğu yerleşim bölgesindeki yoldan ayrılıp araziye çıktıktan sonra daha 10 metre bile gidemeden yere yapışıyorum. Buz aynen cam gibi duruyor.

Çok uğraşıyorum, bir türlü denge sağlayıp kalkamıyorum. Biraz kayarak, biraz yuvarlanarak bir parça daha yumuşak karlı bir bölgeye ulaşıp, zar zor ayağa kalkabiliyorum. Her iki elimde de yaralanma oluyor, batonları tutamaz hale geliyorum.

Sonrasındaki buzlu arazide, mümkün mertebe erimiş ve akan buzlu suların içinden gitmek zorunda kalıyorum. Yine de defalarca kayıyorum. Donmuş kısımlar çok kaygan. Ayaklarımın sürekli buzlu suyun içinde olmasını bile dert edemiyorum artık.

Bir kere de burada kötü düşüyorum. Sol dizim yaralanıyor, sol elimin parmakları kan damlatmaya başlıyor.

Arkamda kan lekeleri bırakarak ve topallayarak karlı ovada ilerliyorum.

Asıl tehlike daha sonra başlıyor. Düzlükten ayrılıp dağlık alanda inişe geçiyoruz. Tırmanırken bizi yavaşlatan karla kaplı bu kayalık bölgede, artık her adımım ayrı bir risk oluşturuyor.

Buradaki düşüşümle de sağ kalça ve sağ dizimde sorun çıkıyor. Adımlarım artık acıdan dengesizleşiyor. Bırakmak da mümkün değil. Saklıcennet CP’si kaldırılmış olduğundan topallayarak finişe kadar gitmem gerekiyor.

Sonunda Geyikbayırı’nda, 30 km parkurundan ayrıldığımız noktaya ulaşıyorum. Son bir kaç km kalıyor. Hava da iyice kararıyor. Kafa lambamı tekrar takıyorum.

Ormanlık alana giriyorum. Artık soğuktan ve yorgunluktan dengesizleşmiş bir haldeyim. Ara ara girdiğimiz asfalt veya orman yolu inişlerinde bile acıdan koşamıyorum. Dikkatim azalıyor iyice.

Bilemiyorum. Ya yarışın en tehlikeli bölümü gerçekten burası, ya da artık yorgunluktan bana çok zor ve tehlikeli geliyor.

Islak ayakkabıların tutunamadığı cam gibi kayaların üstünden, taşmış çayları geçiyorum.

Sol yanımda dibini görmediğim bir uçurumun kenarında, kaygan çamurlu ve çok dik bir eğimde, tek ayağımı ancak koyabildiğim yarım patikayı aşıyorum.

İnşaat molozları gibi dökülmüş duran, her biri masa büyüklüğündeki kayaları aşarken, boyuma yakın tırmanışlar ve atlayışlar yapmam gerekiyor.

İnatla devam ediyorum ve sonunda 15 saat 20 dakikada bitiriyorum.

Zor, tehlikeli falan ama, bitirmesi çok mutluluk veren bir parkur sonuçta. Hakkını vermek gerek.

Aklımdaki korkuyu bastırmak için içimden şarkı mırıldanıyormuşum, o anda fark ediyorum. Şarkı da (Girl, Beatles) konuyla bayağı uyumlu.

“Pain would lead to pleasure.

A man must break his back

To earn his day of leisure”

(Acı zamanla keyife döner. Dinlenmeyi hak etmek için canın çıkarcasına uğraşman gerekir)

Madalyamı takarlarken ciddiyetle “Benden önce gelen oldu mu?” soruma kahkahalarla gülerlerken, beni kırmayıp,

“İlk gelen sensin abi. Şampiyon Geldiii”

diye alkışlarla karşılıyorlar.

Hava çok soğumuş. Durunca titremeye başlıyorum.

Sonra drop bag torbamı soruyorum.

“Onları Konyaaltı’nda geri verecekler” diyor görevli.

Hoppalaaa!..

Yahu son 3 kilometrede 5 kez dizimden yukarı kar suyu akan çay geçtim. Vücutta ne ısı kaldı ne enerji. Üstüm başım ter içinde. Hava buz gibi. Titremekten göğsüm acıyor.

“Niye finiş alanına getirmediniz” diye soruyorum.

“Abi, bırakacağın yeri kendin yazdın ya”

“Ya ben drop bag istasyonunu yazdım doğal olarak. Bitişi ayrıca sormadınız ki”

“Bitiş alanına ayrı torba vermeniz gerekiyordu”

“İyi de sizin de bunu baştan söylemeniz gerekiyordu. Ayrıca tek bir torba ve etiket verdiniz. İkiye mi bölecektim. İki istasyon birden mi yazacaktım. Anlamadım ki”

Neyse, yakındaki bir restoran içinde sobanın başına geçip ısınmaya çalışıyorum. Servisin hareketinin daha çok zaman alacağını öğrenince de arkadaşlarımı arayıp araçla gelmelerini rica ediyorum. Arabayı tam gaz ısıtıyoruz, 5-10 dakika sonra titremem düzeliyor.

Finişten sonra diğer bazı bitirenlerle de karşılaşıyorum. Birbirimizi tebrik ediyoruz.

Parkurun son kısmı bana çok zor gelmişti. Sadece ben değil, gördüğüm tüm bitirenler de aynı durumda, biraz gergindiler.

Tabii ki böyle alanları yarışın başında aşmak hiç sorun değil. Bunlar ultraların bir parçası. Elbette olacak.

Ancak 15 saattir dağ tepe kar buz, çamur ve su geçişi aşan, defalarca düşmüş ve doğru dürüst yürüyemeyen birinin yapması, sonuçta tehlikeli. Eni sonu keyif almak için arazide gezinen, amatör ve yaşlı kişileriz.

Bu tip arazileri parkurun ilk kısmına yerleştirmek ve yarışın sonunda da (başlangıçta geçtiğimiz) düz ve tehlikesiz kısımlardan geçmek, en azından riski çok azaltacaktır.

Ancak sevgili Mahmut hocam başka türlü düşünüyor.

“Eğer yeterince güçlü ve hızlı değilseniz ne işiniz var en uzun parkurda. Hiç başlamayın. Bakın sizin için 30 km’lik zaman sınırı olmayan seçenek de var” diyor.

Haklı olabilir. Ben de keşke 57’ye katılsaymışım daha iyi olurmuş. Mahmut hocanın yarışlarında bunu dikkate alacağım.

Bir fıkra var ya hani, öğretmen toplum içi davranışlarla ilgili bir ders vermektedir. Öğrencilere bunlarla ilgili anılarını sorar. Çocuklar sırayla anlatırlar.

-Ben dün yaşlı bir amcaya yardım ettim, caddeden karşıya geçirdim, çünkü iyi göremiyordu.

-Ne ders çıkarıyoruz burdan?

-Yaşlı ve engellilere yardım etmeliyiz.

-Çok güzel. Alkışlayalım arkadaşımızı!

-Hafta sonu komşumuzun çocuğu hastalandı. Babası evde değildi. Annem ve babam çocuğu hastaneye götürdüler.

-Burdan nasıl bir ders çıkarmalıyız?

-Komşular yardımlaşmalıdır.

-Çok güzel. Alkışlıyoruz!

Sonra arka sırada oturan bir çocuğa da sorar.

-Ya senin böyle bir anın var mı yavrum?

-Öğretmenim, amcam komandodur. Bir harekat sırasında uçağı vurulmuş, düşmeye başlamış. Herkes paraşütle atlayarak uçağı terk etmiş.

Amcam soğukkanlılıkla önce teçhizatını kuşanmış, malzemelerini almış. Sonra bir şişe birasını da açıp eline alarak atlamış. İnene kadar da birayı içmiş.

İndiğinde bir bakmış, yaklaşık 100 kişilik bir düşman birliğinin ortasına düşmüş. Hemen çekmiş makinalısını, gafil avlanan düşman askerlerini taramaya başlamış. Şarjör değiştirerek tamamını yakınını öldürmüş. Geriye 10 kişi kadar kalmış, ama makinelinin cephanesi de tükenmiş.

Sonra çıkarmış tabancasını, çarpışmaya başlamış. Mermisi bitene kadar 8’ini daha öldürmüş.

Ateşinin kesildiğini gören son iki düşman askeri birlikte saldırmışlar. Amcam çekmiş bıçağını, birinin karnını yarmış, barsakları yerlere saçılmış.

Sonuncusu kaçmaya başlamış ama amcam arkasından koşup yakalamış. Kafasını taşla ezip beynini çıkarmış. Sonra da bir sigara içip keyif çatmış.

Sınıfta herkesin rengi uçmuş, çocuklar korkuyla gerilmiş, öğretmenin şaşkınlıktan nutku tutulmuş. Sonunda kekeleyerek sormuş.

-Yavrum bunu bize niye anlattın? Bundan nasıl bir ders çıkaracağız ki?..

-Olur mu öğretmenim. Bizim çevrenin alması gereken en önemli ders budur.

-Neymiş o???

-Sarhoşken amcama bulaşmayın.

Size tavsiyem de aynısı. Eğer elit seviyesinde değilseniz, Mahmut hocanın yarışlarındaki en uzun parkura bulaşmayın.

“Ya sen yaşına başına bakmadan, hangi akılla katıldın” diye soracaksınız.

Haklısınız. Ancak koşunun verdiği keyif, çilesine değiyor benim için.

Koşmak, irtifaları tırmanmak, uçurumları inmek, patikalar, dağlar, dereler aşmak, gece gündüz zorluklarla savaşmak bana çok iyi geliyor.

Koşu benim hayatımın, dünyamın, her şeyin anlamı.

“Hayat, Evren ve Her Şey”

Bu sözleri okuyunca eminim çoğunuz İngiliz bilim kurgu yazarı Douglas Noel Adams’ı ve “Otostopçunun Galaksi Rehberi”ni hemen hatırlamışsınızdır.

Douglas Adams gençliğinde Londra’dan kalkıp İstanbul’a doğru yola çıkmış, maceraperest biri. Yanına da bir gezi kitabı almış. Kitabın adı: “Otostopçunun Avrupa Rehberi”

Dağlarda mola verdiği bir gece, bir gökyüzüne bakmış, bir de elindeki kitaba. Yukarıdakilerin aşağıdakilerden daha çekici olduğuna karar vermiş. “Aşağıdakilerin bir rehberi varsa, yukarıdakilerin neden olmasın” diye düşünmüş. “Otostopçunun Galaksi Rehberi” fikri işte böyle ortaya çıkmış.

Önce bir radyo tiyatrosu olarak yazmış. Sonra da roman olarak yayınlanmış.

Okuyanlar hatırlarlar, bu kitapta milyonlarca yıl önce yaşamış son derece üstün zekalı bir ırk anlatılır. Tüm evreni keşfettikleri, 5 boyuta da hakim oldukları açıklanır.

Tüm evrenle ilgili büyük bir bilgi ağları vardır. Buna “Elektronik cep rehberi” adını vermişlerdir. (Bu rehber, sonradan wikipedia ve bizim ekşi sözlük gibi bilgi ağları için fikir öncülüğü yapmıştır)

Hatta bu rehberde Dünya gezegeni için de bir madde vardır.

Earth: Mostly harmless

(Genellikle zararsız)

Yani bizlerin her küçük parçasına isim koyup, uğruna can verdiğimiz, en derin denizine dalmak, en yüksek dağına çıkmak, her kıtanın her kıvrımına sahip olmak istediğimiz dünyamızın tamamı, sadece iki kelimecik yer almaktadır. Oysa rehber neredeyse sonsuzdur.

Hemen hemen her şey için yanıtlar bulmuşlardır. Merak ettikleri son bir şey kalmıştır.

“Hayat, Evren ve Her Şey”in cevabı nedir.

Süper bir bilgisayar geliştirirler. Adını “Derin Düşünce” koyarlar ve kendisine bu soruyu sorarlar.

Bilgisayar 7,5 milyon yıl düşündükten sonra cevap verir.

“42”

Aslında beklenen cevap bu değildir. Bu şekilde basit bir sayıyı da kastetmemişlerdir. İtiraz ederler.

Derin Düşünce ısrar eder.

“Evet, çok dikkatli bir şekilde kontrol ettim. Cevap 42. Ama soruyu bilseydim bulmak daha kolay olurdu. Dürüst olmak gerekirse bence asıl sorun, sizin tam olarak ne sorduğunuzu hiçbir zaman bilememiş olduğunuz”

42 sayısı, aslında bir çok açıdan ilginç bir sayıdır.

M.S. 3. yüzyılda İskenderiye’de yaşamış olan matematikçi Diophantus tarafından ortaya atılan bir soru, yaklaşık 1700 senedir bir çok matematikçiyi meraklandırmıştır.

Soru ise aslında bir matematikçi için son derece basit görünmektedir.

“Doğal sayılar, rasyonel sayıların küplerinin toplamı olarak yazılabilir mi???”

(Size demedim ki, matematikçiler için basit dedim)

k=x3+y3+z3 şeklinde yani…

Yüzyıllar içinde zaman zaman alevlenen bu soru için bir çok cevap bulunsa da çok yetersiz kalır.

1954 yılında yeniden gündem olan bu problemde öncelikle 1 ile 100 arasındaki sayılar için çözümler aranmaya başlanır.

Bu sırada Alman “Enigma” şifrelerini çözmek için İngilizlerin Blechly Park’ta geliştirdikleri elektronik hesap makinesi de oldukça gelişmiş, ilk bilgisayarlar üretilmeye başlanmıştır. Bu yeni makinelerin de reklamı olacaktır.

Bazıları kolayca bulunur.

0= 0(3) + 0(3) + 0(3)

(Sıfır küp, artı sıfır küp, artı sıfır küp, eşittir sıfır)

1= 1(3) + 1(3) + -1(3)

(Bir küp, artı bir küp, artı eksi bir küp, eşittir bir)

6= 2(3) + -1(3) + -1(3)

20=3(3) + -2(3) +1(3)

51=(-796) (3) + 659(3) + 602(3) biçiminde yazılabilir.

Yıllar geçtikçe bilgisayarlar gelişir, yeni çözümler art arda gelir.

Bu şekilde 2019’a kadar 1’den 100’e kadar olan sayıların çoğu çözülür. Geriye bir türlü çözülemeyen 33 ve 42 kalır.

Geliştirdiği bir algoritmayı çalıştırmak için Bristol Üniversitesinin güçlü bir süper bilgisayarını kullanan Dr. Andrew Brooker, 4 Nisan 2019’da “33” problemi için, üç haftalık çalışma sonunda 64 yıldır bir türlü çözülemeyen cevabı da bulur.

Ancak bu süre boyunca cevabı bulunamayan 42 sayısı, çok daha inatçı bir problem olduğunu da ispatlar. (Tabii herkesin aklına Derin Düşünce’nin yanıtı gelir).

Bu nedenle Brooker, büyük ölçekte paralel bilgi işlemede uzman, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’den (MIT) Andrew Sutherland’in yardımına başvurur. Çok yüksek bir işlem gücü gerektiren bu soruyu hesaplamak için, 500 bin ev bilgisayarından güç alan bir tür “gezegensel süperbilgisayar” kullanır.

Klasik bilgisayarların milyonlarca saat çalışmasını gerektiren bu süreç sonunda, Eylül 2019’da matematikçiler 42 için de denklemi açıklarlar. (Buraya yazamayacağım, gerçekten çok karışık).

Science Alert’in haberine göre sadece cevabı bulmakla kalmazlar, kişisel internet sitelerini güncelleyerek başlığa “Hayat, Evren ve Her Şey” ismini de verirler.

Sonuçta 42 sayısının inadı ve esrarı, hemen Douglas Adams’ı ve “Otostopçunun Galaksi Rehberi”ni hatırlatır.

Kitap zaten çok ilgi çekmektedir. 42 sayısının çözülmesinden önce, konuyla ilgili yazılar, teoriler artar. Daha da popüler olur. 42 sayısına bir çok anlamlar yüklenmeye başlanır. Herkes bir köşede 42 sayısının esrarını, en azından özel olduğu alanları araştırır.

Önce tarihçiler fikir verir.

Eski Mısır inancında 42 tanrı ve tanrıça bulunmaktadır. Bunlar vefat eden kişiye her biri birer tane olmak üzere toplam 42 soru sorarlar. Bu sorular, Ma’at’ın birer öğüdünü konu alır. Eğer kişi, 42 sorunun her birine doğru cevap verirse, cennete (sonsuz yaşama) gidebilir.

Dindarlar da konuya girer.

Avrupa’da matbaada basılan ilk kitap olan Gutenberg İncili, her sayfada 42 satırlık bir metin içerir. Bu nedenle “Kırk İki İncili” olarak da adlandırılmaktadır.

Fizikçilerin de bir teorisi vardır.

Işık havadan suya doğru hareket ettiğinde, farklı dalga boyları farklı açılarda kırılarak renklerin dağılmasına neden olur. Işık, su damlacığın her dalga boyu için orijinalinden belirli bir sapma açısıyla uzaklaşır. Bu sapma açısının ortalaması da 42 derecedir. Bir gökkuşağının renkli kısmı ile kavis yapan yayının orta noktası arasındaki açı da bu nedenle 42 derecedir.

Pink Floyd, prizma şeklindeki amblemindeki 42 derecelik kırılma nedeniyle konuya özel ilgi gösterir. Adams’ı 42. yaş gününde sahneye davet ederek gitar çaldırır.

Sağlıkçılar da kendilerine göre yorumlar. Kızılhaç, yayınladığı bir sosyal sorumluluk videosunda, 42’nin cevabını kendine göre verir.

“Bağışlanan kanın dayanma süresi 42 gündür. Yani bir hasta için hayat, evren ve her şeyin cevabı 42’dir”

Astronomlar da olaya dahil olur.

42, Güneşin felaketle sonuçlanacak bir kırmızı deve dönüşmeden önce, Samanyolu’nun etrafında kaç kez döneceğinin sayısıdır.

(İşte bu, sonsuzluğu planlayanlar için, gerçekten oldukça ciddi bir cevaptır)

Kendisine sorulduğunda ise Douglas Adams gülüp geçer.

“Bana öylesine bir cevap gerekiyordu, o anda aklıma 42 geldi” der. Ancak sayının popülerliği azalmaz.

Bulunan bir asteroide 2001 DA42 adı verilir. (D. Adams’ın, 2001’de spor yaparken kalp krizi geçirip ölmesi nedeniyle)

Doctor Who dizisi 42 isimli bir bölüm yapar. (D. Adams, Dr. Who dizisinin bir kaç bölümüne senaristlik yapmıştır.)

Coldplay grubu bu isimle bir şarkı çıkarır.

En gizemli dizi olarak ünlenen X Files, baş karakterini 42 numaralı bir apartman dairesinde yaşatır. Paranormal olayların araştırıldığı dizide önemli sahnelerden önce saat yakın plan görülür. Saat kaç olursa olsun dakika her zaman 42’dir.

Lost dizisinde dünyanın sonunu getirecek sayılardan en büyüğü olarak 42’ye yer verilir.

Google, merkez kompleksine taşınırken ilk yerleştiği binanın adını 42 yapar

Büyük Parçacık Hızlandırıcısı”nın da yer aldığı CERN Laboratuvarları’nda aynı sebeple bir ofis binasına 42 adı verilir.

Bu arada, Douglas Adams, sadece 42 sayısı ve Galaksi Rehberi ile hatırlanmaz. Çok beğenilen sözleri de vardır.

“Okşayan elin kıymetini bilmeyenler, tekmeleyen ayağı öperler.”

“Bardağa kola doldurur gibi değer vereceksin insanlara. Ağır ağır ve yavaş yavaş. Çok ve hızlı verirsen köpürür taşar, elinde bardakla kalakalırsın.”

“Kadın unutmaz, sadece sineye çeker. Zamanı geldiğinde ise iade eder.”

“Kadınlarla cam çok benzer yapıdadır. Son kullanma ömrü kırılana kadardır.

“Başkalarının deneyimlerinden öğrenmek gibi eşsiz bir beceriye sahip olan insan, bunu uygulama konusundaki gönülsüzlüğüyle de benzersizdir.”

“ ‘Seni seviyorum’ dendiğinde ‘gerçekten mi’ diye sorulursa, bu inanılmadığından değil, sadece bir kez daha duyulmak istenmesindendir.”

Bunları söyleyen birisinin, 42 sayısı ile bir bildiği olsa gerek diye düşünmeden edemiyor insan.

Evet, cevap belli, 42 de, kitabın ana fikri anlaşıldı mı acaba.

Ne demişti “Derin Düşünce”.

“Bence asıl sorun, sizin tam olarak ne sormak istediğinizi hiçbir zaman bilememiş olduğunuzdur.”

Gerçekten. Cevap 42, anladık da, soru neydi?

Kitabı okurken “ Ben olsam ne sorardım” diye düşünmüştüm.

Ama fazla değil. Merak konum belliydi.

“Ey yüce Derin Düşünce!..

Benim için hayatın, evrenin ve her şeyin anlamı koşmaktır. En büyük hayalim ise bir maratonu bitirebilmek…

Bunun için kaç kilometre koşmam gerekir?”

43 Beğeni

harika bir rapor, sanki sizinle camurda bata cika kostum, buzda kaydim, dustum :blush: akici bir dile sahipsiniz belki kitap yazmayi dusunmelisiniz. ve devaminda belki cok ulvi bir cikarima sahip olmasa da sorgulama iceren hikaye tadinda bir derleme…

harikasiniz elinize saglik…

3 Beğeni

Gerçekten çok iyi yazmışsınız, tebrik ederim :clap: :clap:

3 Beğeni

uhhh ben ne okudum az önce :heart_eyes: mesaiye başlayamadım sayenizde :sweat_smile: hocam siz koşun, yazın, biz okuyalım valla nasıl akıcı bir anlatım valla bravo :clap: ultraya katılmadım ama raporunuzu okurken, sanki ben yarışıyormuşum gibi hissettim; soğuk ve yorucuydu :joy: emeğinize sağlık, ayağınıza sağlık, kaleminize sağlık hocam tebrikler

4 Beğeni

3-4 Defa daha okurum bu yazıyı…

2 Beğeni

Elinize sağlık. 42’ye kadar ben de okudum :smile:

2 Beğeni

Bir blog yazısı yapın.
Raporlarınız böyle olursa forumda alt sıralarda kaybolur gider.
Tebrikler.

5 Beğeni

Güzel düşünceleriniz ve fikirleriniz için çok teşekkür ediyorum.

5 Beğeni

85 olsaydım 57 den sonra benim gözüm yemezdi geri dönmeyi :clap::clap:

2 Beğeni

Öncelikle eline sağlık @fatihtosun Abi. Ben de 85K daydım. Hızlı olmadığım ve enerjimi eşit yayarak parkuru bitirebileceğimi bildiğimden cut off stresini çok daha yakından hissetmek zorunda kaldım. Saklıkente kadar cut off beni 15 dakika arkadan takip etti ve sürekli diken üstünde, yazdığınız zorlukları aşmaya çalıştım. Yazdıklarınıza ek olarak 30K ile 57K-85K arasındaki 1.5 saatlik cut off farkının, Saklıcennet sonrası 57-85 arasında da oluştuğunu yazmak isterim. Feslikan (43K) ve Saklıkent (57K) cut offları bizim için sıra ile 8 ve 10 saat iken, 57K için 8,5 ve 11 saatti. Bunları bir yana koyarsak, çok keyif aldığımı söylemem lazım. Gece başlayıp, gece bitirdim. Manzaralı ve taşlı patikalarda, karda, buzda, çamurda indik çıktık, 4-5 kere dere geçtik ve zaman su gibi aktı. 14 saat 51 dakika ile 2 kere düşmeme rağmen sağlıkla bitirdim. Parkur işaretlemeleri iyiydi ve cplerdeki yiyeceklerde yeterliydi. Gönüllü arkadaşlara ilgilerinden dolayı teşekkür ederim.

10 Beğeni

Her yarıştan sonra stravayı kontrol edip inşallah @fatihtosun abi bu yarışı koşmuştur diyorum , sonraki birkaç gün de kosuforumda raporunuzu bekliyorum merakla .

Geçen sene 57 kosmustum antalyaultrada , km doldurmak için aynı parkurda geri gelme fikri hoşuma gitmediği için . Gece başlaması çok orjinal , benim ilk defa kafa lambası kullandığım yarış olmustu ama geçen sene kar yoktu rahattık.

Yarış için çok tebrik ederim , yarış raporu ve genel kültür kısmı için çok teşekkür ederim , emeğinize sağlık

6 Beğeni

Tebrikler, rapor ve bilgiler için de teşekkürler. Katılımcıların fotoğraflardaki hali daha anlaşılır ve anlamlı oldu sayende…

2 Beğeni

Çok güzel bir rapor olmuş. Ben de 85k parkurundaydim. Biraz benim seviyemi aşan bir yarış oldu bu sene. Halihazırda zor olan parkur buz ve çamur yüzünden daha da zor hale gelmişti. Ben de Saklıkent CP’sine cut off’a 10 dakika kala girince yetismeyecek bıraksam mı acaba diye defalarca düşündüm. Hatta arkadaşlara bitiremedim diye mesajlar attım. Sonra Feslikan’a inişte yetisecegini fark edince bir gazla ucu ucuna bitirdim yarışı. Uzun süredir cut off kovalamamistim. Yarışa ayrı bir heyecan kattı. Cut off’lar fazla sertti ama sonuncu bitiren kişi olarak tam yerindeydi diyebilirim. İnişte buzlu kısım karanlığa kalsaydı benim seviyemdeki sporcular için çok zor olurdu.

6 Beğeni

Oldukça güzel bir rapor olmuş ve kalemine sağlık. Rapor yalnızca nasıl bir yerde koştuğumuzu çok iyi anlatmakla kalmamış, aynı zamanda kültürel bilgilerle farklı bir boyuta taşınmış.

Tüm düşüşlere ve zorluklara karşın (ki en son uçurum kenarındaki geçişte karanlığa kalmak oldukça tehlikeliydi bence) sağlıkla koşuyu bitirmenden dolayı da yeniden kutluyorum. Ayaklarına, yüreğine sağlık @fatihtosun

4 Beğeni

Yarışı sayenizde yeniden yaşadık. :clap: :clap: :clap:

2 Beğeni

Bu zorlu parkuru aştığınız için tebrik eder ve şahane bir dilde deneyiminizi paylaştığınız için teşekkür ederim. keyifli nice yarışlar dilerim

1 Beğeni