Frig Ultra Maratonu 2023

Merhaba,

Geçen yıl 11 K görünümlü 12 K koşmuştum bu organizasyonda. O koşu için yaptığım videonun içerisinde kalacak yer ve yeme içme ile ilgili bilgiler vermiştim. Bu yılda Kapadokya 63 K için antrenman olsun diye 44 K parkurunu listeme almıştım. Sabah biraz geç geldim start noktasına, @ominal ile koşu sırasında karşılaşırım, birlikte koşarız ve güzel bir şekilde bitiririz diye düşünmüştüm. Evdeki hesap çarşıya uymadı. "Bir türlü @ominal’i yakalayamadığımı düşünüyordum, ta ki parkurda bu yarışa gönüllü olarak katılan @ultrun’u görene kadar. Ne mi oldu? Orası da videoda.

Not: Nuri Bilge Ceylan filmlerini severim. Bir çok videomu editlerken veya çekerken etkilenmiyor da değilim. Bu sefer kendimi , "Bir Zamanlar Anadolu’da " filminde hissederek koştum.

17 Beğeni

Gerçekten “şaka gibi” oldu, ben de nerede bu adam diye koşup durdum :laughing:
Sağlıkla keyifle koştuk neyse ki. Şimdi kapadokya düşünsün :100:

4 Beğeni

Bu arada çok güzel bir detay vardı yarıştan belirtmeden geçemeyeceğim,

Finisher polarlarını isme göre baştan düzenlemişlerdi, böylece karmaşa olmadı.

Mesala ben hala Dağ Yenice 100K finisher polarını almadım, hala bekliyorum :face_with_peeking_eye:

6 Beğeni

Öncelikle Namık’a benim ilk ve belkide son kürsüme videosunda yer verdiği için teşekkür ederim. İlk defa Frig Ultrada (68K’da) koştum. Bu mesafede sadece 14 katılımcı vardı ve 20K civarı 44Klardan ayrıldıktan sonra, nerede ise kalan mesafenin tamamını yalnız koştum. Kağıt üstünde kolay görünsede, kumlu zemin, güneş ve dereyatağı geçişleri zorlayıcıydı. Organizasyonun artı ve eksilerine gelince;

  • Parkur gerçekten çok güzeldi ve o coğrafyanın tüm tarihi ve doğal güzelliklerini içeriyordu
  • Finisher yeleğini çok beğendim. Kış koşularımda kullanmayı düşünüyorum
  • Kürsü yapan herkese Blender hediye eden Arnica’ya teşekkürler

Eksiler ise

  • Bu sene katıldığım hiç bir organizasyonda zorunlu malzeme olan plastik bardağı kullanamadım. 500ml plastik su, kola dağıtıma akımı, Belgrad Ultrada daha kötüye gidip, yol koşularında olduğu gibi koşarken su alıp, bir kaç yudum sonrası doğaya atmaya dönüşmüştü. Malesef Frig Ultrada bir adım daha gidilerek kola ve soda plastik bardaklara doldurulup, masaya dizilmişti. Bu konu daha kötü yerlere gitmeden, acilen ve hızlıca geri adımlar atılmalı diye düşünüyorum
  • Diğer eleştirimde, ortama bir koşucu olarak, belirlenen Cut off zamanını az buldum. 42km İstanbul maratonunda zaman limiti 6 saat, Frig 44K’nın 7 saat iken, 68K nın 44K cut off zamanı 6 saatti. Ben 3 dk kala geçebildim. Zeki Holacı arkadaşım ise cut off a yakalandı. Ama asıl bizi üzen nokta, bunu ödül töreninde yetkililere ilettiğimizde, biz bu mesafelerde hızlı yarışmacılar istiyoruz denmesiydi (Bu tartışmalı bir konu, biliyorum. Ama az kişiyle koşunun o kadarda zevkli olmadığını burada tecrübe ettim)

Genel olarak bu sene katıldığım en keyifli yarışlardan biriydi. Demek bünye arada ormanlık alanlar dışında farklı coğrafyalarda da koşmak istiyor. Yarışta bize yardımcı olan gönüllü herkese çok teşekkür ederim. Her zamanki gibi bizim en büyük destekçimiz oldular

8 Beğeni

Tebrikler, çok anlamlı bir ödül aldın. İlkler her zaman unutulmaz.

4 Beğeni

Videoyu henüz izleyemedim. Akşam eve gidince çay eşliğinde izlemek için sabırsızlanıyorum. Elinize sağlık @nkoner :slight_smile:

@Harunturk’un plastik bardak kullanımı konusundaki serzenişini ben de paylaşıyorum. Trail yarışlarına başladıktan sonra neredeyse her kategoride zorunlu malzeme olduğunu görünce mecburen decathlon’dan katlanabilir bir plastik bardak almıştım. O tarihten bu yana her yarışta çantamın bir köşesine koyuyorum bardağı ama henüz kullanmak nasip olmadı malesef. Her yarışta, her cp’de ya bardak su, ya küçük şişe su ya da kağıt bardak kullanımını yaygın olarak görüyoruz. Yol koşusunda belki bir dereceye kadar kabul edilebilir ama bir trail yarışında toprağın üzerinde sağda solda birikmiş plastik şişeleri görmek korkunç bir şey. Yöre halkına kendimizi sevdirip kabul ettirmek yerine kendimizden nefret ettirmeyi mi seçeceğiz? Bu konuda iş biz koşuculardan ziyade organizasyonlara düşüyor ve bu durum bende çevreci mesajların sırf göstermelik olarak mı verildiği şüphesini doğuruyor.

Cp’lere damacana ile su taşımanın zorluğundan mı organizatörler bardak su ve küçük şişe su tercih ediyor yoksa su temini yapan sponsorların mı bu şekilde kolayına geliyor bilemiyorum. Kola, maden suyu vs gibi içecekleri de masaya dizip isteğe göre bizlerin bardaklarına doldursalar ya da masadan biz alıp kendimiz doldursak daha iyi olur.

Damacanadan su aldığımızı ben sadece iki sene önceki Runfire Salt Lake yarışında hatırlıyorum. Bu sene gitmediğim için durum ne oldu bilemiyorum. Katılmadığım başka yarışlarda da kullanıldığı olmuştur belki ama çok da sanmıyorum.

3 Beğeni

Videoyu beğenirsiniz umarım. @Harunturk Harun 'un ve sizin ( @789 ) bardak konusunda söylediklerinize katılıyorum. Ben de bardağımı hep yanımda taşıyorum ama bugüne kadar sadece St.Paul Trail 24 K koşusunda kullandım. Bu arada Tuz Gölü CP’de damacana su bu yıl da vardı. Hatta termostu ve soğuktu. 10. km 'de çok iyi gelmişti. Sanırım Tuz gölü yarışının videosuna da koymuştum. Ben katıldığım tüm yarışların videolarına CP’leri mutlaka koyuyorum. Neler var ve nasıl veriliyor görülsün diye. Çevre konusunda da start öncesi mutlaka anons yapılmalı ve tekrar tekrar hatırlatılmalı diye düşünüyorum. Abant ultra yarışından sonra yapılan ödül töreninde Ayşe Hanım, İzmir 'den yarışa katılan Rundetta ekibi; Erman DENK Hoca, Umut ERDAL, Ali ÜNER ve Yunus Emre ÇELİK 'e özel bir parantez açarak kürsü yapmalarına rağmen yoldaki atılmış olan Jel vs. gibi atıkları topladıklarını söyleyerek kutladı ve sonra da utanmamız gerektiğini söyledi. Bence bu utanma işini hep hatırlatmak gerekli. Abant videomda görüntüleri de mevcut. İsteyen seyredebilir. İnstagram da da reels yapmıştım.

7 Beğeni

Frig Ultra 2023 68 K

Yeni 100 mil etkinliğinden çıkmıştım. Yine de Kapadokya öncesi antrenman olsun düşüncesi ile katıldım. Yükseklik kazancı fazla değildi. Benim için de hafta sonu uzunu kadar, belki bir tık fazlası mesafeydi.

Ancak katılımcı sayısının bu kadar az olabileceğini hiç düşünmemiştim. Kesinlikle, bu güne kadar, bu kadar az katılımlı bir ultra görmemiştim. İznik, Salt Lake gibi en uzun parkurlarda bile çok daha fazla sayıda yarışçı vardı.

Nedenini hala anlamış değilim. Gerçekten çok güzel bir doğada geçiyor aslında. Ürgüp’teki kaya yapısına, rüzgar erozyonunun verdiği şekillere de çok benziyor.

Yellowstone’da minyatür bir Pamukkale olduğunu bilenlerin sayısı, Afyon- Kütahya arasında ikinci bir Kapadokya’mız olduğunu bilenlerden fazladır muhtemelen. Yoksa çok daha fazla katılım olurdu bence.

Oysa kral Midas, hem kulakları, hem de her dokunduğunu altına çevirmesi ile oldukça ünlü bir yarı tarihi, yarı mitolojik figürdür aslında. Galiba yarış tanıtımında ve reklamda iyi kullanılamamış görünüyor.

Frigya’nın tarihi başkenti ünlü Gordion, oldukça kuzeyde olsa da, bu eski medeniyetin gezilecek en güzel bölgeleri Frig Vadisi’ndedir. Özellikle Ayazini çevresinde. Sırf görmek gezmek için bile akın edileceğini sanıyordum. Umarım seneye daha iyi bir tanıtım yapılır.

Yarışa dönersek.

Sabah 6’da Ayazini köyünden başlıyor. Alaca karanlık. Köyün ışıklı caddelerinden çıkıldığında artık yeterince aydınlık oluyor. Kafa lambasına gerek yok.

Arazinin büyük kısmı koşulabilir yapıda. Köy yolları, biçilmiş tarlalar ve patikalardan geçiyor. Yükseklik kazancının az olması da bir avantaj tabii. Yine de kolay demek doğru olmaz.

Tepemizdeki güneş, sıcak ve arazi yapısı zaman zaman ileri derecede zorlayıcı olabiliyor. Saat 10’dan sonra şiddeti artan güneş, yakıcı rüzgar ve 1400 metreye ulaşan irtifa nedeniyle dizlerimin tutmadığı anlar oldu. Tuz gölünü sağ salim atlatan dudaklarım, burada parça parça çatladı. Burnumun derisi soyuldu.

İlk 20 km’den sonra 44 K koşucuları ayrıldı, dönüşe geçtiler. Bundan sonraki bölümde su istasyonlarının seyrekliği ciddi sorun olabilirdi. Ancak bazı ufak çeşmeler, 50. kmde geçilen Beyköy’de çocukların büyük bir şevk ve neşeyle su dağıtması gibi desteklerle aşıldı.

Cp’lerde katılımcı sayısına uygun, yeterli yiyecek vardı. Gönüllüler ve görevliler çok iyiydi. Yine de 44 K koşucuları ile beraber girilen nispeten kalabalık istasyonlarda bile pet şişe ve plastik bardak kullanıldı.

Şişe ve bardak kolaylık sağladı tabii. Kabul.

Ancak yolda çok sayıda şişe ve bardak atığı da gördüm. En azından istasyon dışına çıkmasına engel olunmalıydı.

68 K yarışına 14 kişi katıldı, 13 kişi bitirdi. (Sevgili Zeki Holacı kardeşim Cut-off konusunu unuttuğu için ara noktaya 20 dakika gecikti, devam ettirilmedi.)

Cut off sistemi biraz ilginç ayarlanmış. Nedenini anlayamadım.

İlk 44 km için 6 saat süre verilmiş. Sonraki 24 km için ise 5 saat. Yani toplamda 11 saat sınır konmuş. Yoldaki maratona bile 6 saat süre verilirken, dağdaki 44 km’ye verilen aynı süre oldukça iddialı olmuş.

Toplam 44 K koşacaklar için 7 saat süre verilirken, 68 K koşanlar için aynı mesafeyi daha hızlı -6 saatte- geçmek gerekmesi, sanki genel uygulamalara ters gibi. Ayrıca çıkışların çoğunun da bu ilk 44 km’de olması, (985’in 760 metresi) iyice zorluk çıkarıyor.

Atletlerin yaş ilerledikçe uzun mesafe yarışlarına doğru kaydıkları bir gerçek. 56 yaşında ilk koşmaya başladığımda, hayalim 10 km’yi geçmiyordu. Zamanla yarı maraton koştum ve 4:40 pace ile bitirmeye başladım.

Yıllar içinde, yaşlandıkça ve yavaşladıkça, maratona, sonra da ultra maratona kaydım.

Şimdi artık bana en zoru yarı maraton mesafesi geliyor. 2 saate varmadan tamamlasam iyi diyorum.

Yani 68 gibi uzun mesafeleri, 20-40 gibi ortaları yapamayan benim gibi bir kesim de tercih ediyor. Daha yavaş koşmak için daha uzuna kaydolan, benim gibi artık uzatmaları oynayan yaşlı sporcuları, daha da hızlı koşturmaya çalışmak bana biraz engelleyici bir yaptırım gibi gözüktü.

Oysa genel teamüle uygun olarak, ilk 44 km için 8, sonraki 24 km için 4 veya 5 saat, toplamda 12-13 saat süre vermek, bu yarışları ailece gezi ve tatil gibi gören bir kısım yarı emekli atleti çekebilir. Gün batmadan yarışlar yine de tamamlanabilir.

35’nci km sonrası, gerektiği kadar hızlı olmadığımı fark ediyorum. Cut off’a kalmamak için Üçler Kayası’na 8 km kala kendi çapımda hızlanıyorum. Doğal olarak zorlanmaya başlıyorum.

7-8 dakika kala yetişiyorum. 3-4 kişinin de az önce çıkış yaptığını öğreniyorum. Arkamda da 3 kişi daha varmış. Uzaktan bir tanesi görünüyor.

Ben soğumadan istasyondan ayrılıyorum. Katılanların yarısına yakınının süre sorunu yaşaması, planlamada bir sorun olduğunu gösteriyor diye de düşünüyorum.

Sonrasında zaman baskısı azalıyor, ancak sıcak çok etkili olmaya başlıyor.

Yarışın en hoşuma giden bölümü ise, en sonu. Son 2 km boyunca gidilen ağaçlık ve gölgelik kanyon. Burası, bence herkesin hiç olmazsa bir kez görmesi gereken bir doğal güzellik.

Yarışın son 300 metresinde Özgür Sancak kardeşim karşılıyor beni. Bir kaç dakika farkla ikinci olduğunu öğreniyorum. Orta karar seviniyorum. Artık her yarışı kazanmasını bekliyorum.

İyice hızlandı ve güçlendi artık. En iyilerle başa baş mücadele ediyor. Üstelik yeni 100 mil koşmuş, hatta parkur rekorunu zorlamış haliyle, herkese kök söktürüyor. Bakıyorum, hiç koşmamış gibi. Dişinin kovuğuna bile gitmemiş bu mesafe.

Bu sene neredeyse her ay çok uzun bir yarış koştu. Seneye hedef bir iki yarış seçerek koştuğunda, herkes baş edilmez olduğunu görecek.

Finiş alanında davul zurna sesleri var. “Ne oluyor, düğün mü var” diye soruyorum.

Meğer beni karşılıyorlarmış. 1 ay içinde ikinci kez davullu zurnalı karşılanıyorum. Hiç olmazsa bu seferki gündüz gözüyle oluyor.

Çok beklettim herhalde diye biraz geriliyorum önce. Sonra bakıyorum sonuçlara, benden önce gelen son 6 kişi ile aramız, en fazla 40 dakika. Zaten 13 kişi bitirmişiz.

“Eh, bu yaşta bu kadar valla. İdare edin” diyorum gülerek.

Pek katılan olmayınca, yaş grubunda bir ikincilik kürsüsü kapıyorum. Şükür bu günümüze. Güzel bir manzara eşliğinde, tarihi bir bölgeyi gezmiş görmüş de oluyorum arada.

Son olarak farklı bir konuya daha değineyim.

Çok sayıda başı boş köpek sürüsüne rastladım özellikle son 15 km içinde. Yarıştan sonra da bu konuda şikayetler duydum. Allah’tan kimseden kötü bir haber almadım.

Kabul etmeliyiz ki, köpekler her yerde sorun yaratıyor. Bu nedenle doğadan korkan, şehirde koşu yapmaktan vazgeçen, çocuğunu parka götüremeyenler var.

Köpeklerin aşırı üremesi, şehirlere kadar yayılması, disiplinsiz ve bakımsız kaldıkça vahşi doğalarına dönmesi ve insanlar için tehlike yaratması, yine insanların yarattığı bir sorun. Yine insanlar tarafından çözülmeli.

Şehirdeki köpekler için yaygın kısırlaştırma yapılsa da, üreme hızını yeterince azaltmadı. Köpek nüfusu insan nüfusuna yaklaştı.

Daha büyük sorun, köylerde doğup sokağa atılan ve aç kaldıkça şehirlere gelen köpekler. Şehrin ortasında vahşi hayvanlar gibi çeteler kurabiliyorlar.

Avrupa ve Amerika’da nasıl çözüldüyse, burada da çözülebilir. Köpeklerden önce kendimize bir bakmalıyız. Çözüm olarak Hayırsız Ada’ya, ölüme terketmek gibi canilikleri bile yapmış bir ulus olarak belki dış yardım almamız daha doğru olur.

Bu çözümler doğal olarak zaman alır. Şimdiki durumda ne yapabiliriz, bunu da düşünmek gerekir.

Toplu giderken köpeklerden çok korkmaya gerek yok. Ancak kilometreler boyunca, insan görünmeyen arazilerde, tek başınaysanız, köpeklerle anlaşmayı bilmeniz gerek.

Aniden çok yakınımdan sıçrayarak önümü kesen birini, mecburen tatlı tatlı konuşup, eğilip severek sakinleştirdim. Bu yöntem antrenmanda veya günlük hayatta zaten ilk tercihim.

Ancak bu yakınlık kurma işlemi, yarış esnasında çoğu zaman sorun yaratıyor. Sevgi açlığı çeken köpekçik, kilometrelerce yanınızda kalıyor. Düz gitse sorun değil de, habire bacaklarınıza sürtünüyor, üzerinize sıçrıyor, ayaklarınıza dolanıyor, koşamıyorsunuz. Bağırıp kovalamak mümkün tabii, ama ben hiç kıyamıyorum.

Daha uzaklardan, özellikle grup halinde geliyorlarken sert ve gürültülü adımlar atarak, bir miktar yavaşlayıp hatta yavaş yavaş yürüyerek sorunsuz geçtim.

Bazen, nadiren bu tedbirler yetersiz kalabiliyor. Bir süre durmak, ya da ilgisizce sağda solda bir şeyleri merak etmiş gibi eğilip bakmak, kaçanı kovalama dürtüsünü giderebilir. Denenmesi oldukça kolay.

İnat ederse, öksürmek gibi umursamaz sesler çıkarmak, genellikle durmasına yetiyor. Siz biraz uzaklaşınca, kendi bölgesine geri dönüyor. Sorun bitiyor.

Güneş gözlüğünüz varsa sorun yaratabilir. Çıkarın. Ancak göz teması kurmayın. Gözlerinizi görsün ve ona tehditkar bakmadığınızı anlasın.

Durmaz da yaklaşmaya ve havlamaya devam ederse, dik olmayan bir açıyla, o tarafa doğru kısa bir tek bakış atıp bir daha ilgilenmeyin, yokmuş gibi davranın. “Farkettim seni, ama umurumda değilsin” olarak anlar ve genelde sakinleşir.

Hala yaklaşmaya devam ederlerse elinize suluğu alıp havaya kaldırarak ilgisini dağıtmak, havaya bir kaç kez su sıkmak, gürültülü bir şekilde su içer taklidi yapmak da etkili.

Amaç ondan korkmadığınızı ve tehdit olmadığınızı anlaması. Sessizlik köpeklerin dilinde sinsilik, korkmak ise suçlu olmaktır. Tam tersi davranın. Yandan göz alanında tutun, dik dik bakmayın, tehdit etmeyin, özellikle arkanızı dönmeyin. Kaçtığınızı düşünüp kovalamaya kalkışmasın.

Bir sürüyü bekliyorsa dikkatli olun. Yanında çoban varsa yaklaşmadan önce uzaktan bağırarak selam verin, el sallayın. Bu sinsi bir amaç taşımadığınızı gösterir, saldırı ihtimali çok azalır. Saldırsa bile çoban çağırınca geri döner.

Çoban yoksa ve sürüyü bekliyorsa, mümkünse daha uzaktan, umursamaz yavaş adımlarla geçin. Saldırı hareketi görürseniz, özellikle havlama, aklınıza getirin, “Havlayan köpek ısırmaz” diye. Bunu sürekli içinizden tekrar edin, böylece korkunuz geçsin, çünkü korkuyu hissederler. Tatlı tatlı konuşarak arkanızı dönmeden uzaklaşın.

Üzerinize yürürse elinizi kaldırıp otoriter bir “Hayır” demek, genellikle yeterli zaman kazandırır. Minik minik uzaklaşırsınız. Bölgesinden çıkınca sizle ilgilenmez. Yeter ki panik olmayın.

Daha da olmazsa, mahallenin küçük çocuklarını sever gibi çağırıp güler yüzle kollarınızı uzatın. Tamamına yakını yerlerde yatıp okşamanızı beklerler, karşılıklı sevgi gösterileri oldukça fazla zaman kaybettirir, ancak benzersiz güzellikte anılar yaratır.

Ancak bu sırada gerçekten korkmamalı, tutuk hareketler yapmamalı, göz teması kurmamalı, kolların içi ve boyun gibi saldırı güdüsü uyandıracak bölgelerinizi mümkün olduğunca açığa çıkarmamalısınız. Yanınızda ilgisini çekecek gofret gibi bir şey varsa, çok işe yarar.

Bu harekete aldırmayan sadece bir kaç tür vardır. Malaklı veya Kangal ise sakin olun. Küçük köpekler gibi ısırmazlar, sadece esir alırlar. Gücüne saygı duyup sahibinin gelmesini bekleyin. Zaten baş edemezsiniz ama, zarar da vermezler.

Pitbull veya doberman ise, ki dağlarda hiç görmedim, pek olmazlar, belki şehirde rastlayabilirsiniz, işiniz biraz şansa kalır. Üstünlük kurmak ve kovalamak için iradeli olmak gerekir.

Bir diğer konu da batonlar. Saldırı hissi yaratırlar. Çok yakında sığınacak ev, kapalı ortam gibi bir yer varsa geçici olarak uzaklaşmaları için kullanılabilir. Ama yoksa mümkün mertebe saklamalı ve tehdit amaçlı kullanmamalısınız.

Taş kullanmak da kalıcı bir çözüm getirmez. Ancak kısa bir süre kazanmak için dikkatini dağıtmak amacıyla elinize bir kaç taş alıp bir tanesini (köpeğe değil) uzağa atar ve kendinize “Vayyy beee” diye söylenirseniz, işe yarar.

Eskiden yanımda minyatür biber gazı spreyi taşırdım. İyi bir çaredir. Her tür yabani hayvana karşı (iki ayaklılar dahil) çok etkilidir. Ancak hiç kullanmam gerekmedi. Bir süre sonra, doğaya alışınca ve köpeklerle anlaşmanın yolunu öğrenince taşımaktan vazgeçtim. Korkunuz fazlaysa sizler taşıyabilirsiniz.

Köpek kovucu cihazlar taşınabilir. Bazen korkutup kaçırabiliyor. Ancak etkisi kesin değil. Ayrıca pil durumunu, çalışıp çalışmadığını (çıkardığı sesi bizler duyamıyoruz), köpeğin duyup duymadığını (her köpek cinsine uymayabiliyor) ve bunun gibi değişkenleri kontrol altında tutmak zor.

Avrupa’da kontrolsüz köpek hiç yok. Şehirlerde parklarda koşmak bir keyif.

Ancak Fransa’da bir yarışta, kırmızı çantalı bir yarışçıyı kovalayan bir boğa görmüştüm. Gerçi boğalar renk körüdür, kırmızıyı ayıramaz diye bilinir. Yine de sadece kırmızılı eşya taşıyan o adamcağızı epey kovalamıştı.

Korkudan yardıma bile gidememiştik. Boğa dediğin gerçek bir canavar.

Neyse ki uzatmadı. İki ya da üç tur kadar, ağacın arkasında saklanan kişiye ulaşmaya çalıştıktan sonra, kendiliğinden uzaklaştı.

Afrikalı koşucular da yılanların, çakal sürülerinin derdinde.

Diyeceğim halinize şükredin.

Köpekler ise insanın en büyük dostu. Köpekler, yani evcilleştirilmiş kurtlar olmasa, zaten medeniyetimizi kuramazdık. Homo sapiensten çok daha iyi avcı ve toplayıcı olan Neandertal insanları ile baş edemezdik.

Köpekler, Homo sapiens atalarımızla birlikte, 40.000 sene kadar önce Afrika’dan, o zamanlar Neandertallerin ülkesi olan Avrupa’ya geçtiler. İnsan ve köpekler, birlikte avlanmaya, avı bölüşmeye başladılar.

İyi koku alamayan, çok iyi de duyamayan insanlarla, pek görme yeteneği olmayan ve alet kullanamayan köpeklerin bir çeşit simbiyotik ilişkisi, çok üstün bir yaşam formu yarattı.

Köpekler, hem avı bulmak, hem takip etmekte çok başarılıydı. İnsanlar da şekil değiştirdi. Kılları incelip kısalarak ve ter bezleri yaygınlaşarak soğutma sistemleri gelişti. İki ayak üzerine kalktı. Böylece uzun ve yavaş koşu yapma yetenekleri ortaya çıktı. (Bu yüzden yaşlandıkça aslımıza dönüp uzun ve yavaş koşuyoruz)

Elleri boşa çıkan insanlar, alet yapabilmeye ve taşıyabilmeye başladılar. Köpeklerin takip edip yerini bildirdiği av hayvanlarına fazla yorulmadan ulaşabildiler. Geliştirdikleri silahlarla, köpeklerin eksiğini tamamladılar. Yani mamut, bizon ve geyik gibi otoburları öldürebildiler.

Av sonrasında, elde edilen etlerin diğer etoburlar tarafından yağmalanması en büyük sorundu. Neredeyse her öğün için avlanmak gerekiyordu. Köpekler, buna da engel oldular. Uyarıcı ve koruyucu olarak görev yaptılar.

Etleri saklama yöntemleri geliştirilmeye (ilk sanayi) başlandı. Sürekli av yapma ihtiyacı kalmadı. Kazanılan boş zaman, insanlara başka alanlarda gelişme, eğitim verme ve alma (okul), hatta sanat konusunda olanak sağladı.

200.000 yıl boyunca Avrupa’nın hakimi olan Neandertaller, bu rekabete dayanamadılar. Sadece bir kaç bin yıl içinde ya yok, ya da asimile oldular.

İnsan köpek işbirliği, daha bir çok konuda gelişti. Buz çağı sonrasında, tarım ve yerleşik hayata geçildiğinde de bekçilik, çobanlık, avcılık hatta yük hayvanlığı (kızak veya araba çekme) konusunda vazgeçilmez yardımcılarımız oldular.

Büyük İskender’in Peritas’ı, Yediuyurların Kıtmir’i, Heidi’nin Joseph’i, Oburiks’in İdefiks’i, Tenten’in Milou’su, Ayşegül’ün Fındığı’ı, Red Kit’in Rin Tin’i, Tarkan’ın Kurt’u, Lassie, Laika, Snoopy, Hachiko olmadan tarihimiz yazılamaz.

Köpeklerle ilişkimiz hala gelişmekte. Bazen umulmadık çeşitlilikler göstermekte. Bir bakıyorsunuz depremden, yangından, tipiden insan kurtarıyor, bir bakıyorsunuz polisiye veya askeri görevler üstleniyor, bir bakıyorsunuz körlere kılavuz, bebeklere dadı oluyor.

Bizlere bekçilik, kılavuzluk, yakın koruma sağlayan, evlerimizi sürülerimizi bekleyen, hatta arkadaşlık yapan köpekler sayesinde bu modern dünyaya kavuştuğumuzu unutmayın.

Saygılı olduğunuzda anlayacak kapasiteleri var. Biraz saygıyı da fazlasıyla hak ediyorlar.

Fatih Tosun

“Tarih kitaplarında dostların sadakatinden çok, köpeklerinkine dair örnekler vardır.

” Alexander Pope

16 Beğeni

Nefis bir yazı, bir solukta okudum. Çok teşekkür ederim.

2 Beğeni

Yine son derece keyifli bir yazı olmuş,

Cutoff süresinin başka nedenleri de olabiliyor, ben tekrar hoca ile konuşacağım bu durumu.

Özgür e fazla yüklenmemek lazım sonuçta geçildiği kişi Oğuzhan Emre Singer, son kmlerde beraber biraz koşma fırsatı buldum Özgür’le o da temkinli şekilde gidiyordu arkasındaki Salih Bulut ile arayı tutarak. Yarış sonu da beraberdik, umarım dileği başarılara kavuşur, hedef yarışları güzel :slight_smile: Selamlar

3 Beğeni

@ominal. Aslında biz bunu Mahmut Yavuz Hocamıza sorduk. Kendisi biz bu mesafede hızlı yarışmacılar istiyoruz dedi. Başka bir sebep gösternedi. Hocamıza saygımız sonsuz. Ancak bunu biz böyle tecrübe etmedik. Benim kapasitem belli ve bunu yarışa eşit yaymaya çalışıyorum. Şahsen ben yarışın ortasında gereksiz yere kendimi yıprattım. Kalan 24K yı da hem sıcak basmasında hem de yorulduğumdan ve belkide rahatladığımdan çok yavaş bitirdim. Yani daha erken bitirecekken, daha geç bitirdim. Aslında olayın bir de sinir yıpratıcı yanı vardı.Numaramızın olduğu kağıtta Cut off un olduğu Üçlerkalesi cp 41K da görünüyordu. Sitede ise 42.7 km de yazıyor. Biz bu iki mesafeyi de geçtik ve cpye bir türlü ulaşamadık. Zaman ve enerjim azalırken, nerede olduğunu bilmediğim cp ye var gücümle koştum durdum. 3 dakika kala 44 küsür kmde, cp yi görünce önce sevindim, sonra kızdım. Benden 1 dakika önce cp ye gelen Oğuz arkadaşımızda aynı psikolojideydi. Tüm bunlara ne gerek vardı :slightly_smiling_face:

7 Beğeni