Yol, yola hiç çıkmayan ya da yeni çıkanlar için uzundur…
İşte bu sebepten bu 63km’yi bitirebilirim. Yol, benim için uzun değil…
Bu satırlarımı da yine bir seyahatimde Erzurum’da yazmaya çalışıyorum mesela. Üzerimde finisher polarımla, dağ manzarasında…
17 Ekim Perşembe akşamı eve işten geç gelip, 18 Ekim cuma sabahı erkenden 2 çift olarak otomobille yola çıktık. Ben 63’ü deneyecek, Göksel ve Arzu 38’i koşacak, eşim de benim yanımda olacaktı.
Cuma günü, 13:30 gibi Ürgüp’e vardık. Elimizdeki otel isimleri ilk başta farklı gibi dursa da birinin İngilizce birinin Türkçe yazıldığını farkettik. Yani büyük şans eseri aynı otelden yer ayırtmışız. Start noktasına 500-600 metre mesafede temiz bir oteldi.
Yemek, kit teslimi, fuar alanı üçlüsünden sonra erkenden odalarımıza çekildik. Çipli numara kağıdındaki yükseklik grafiğine kontrol noktalarının, tam kilometrelerini yazdım. Yarış kitabındaki kontrol noktalarına giden servis saatlerinden, kendi hızımı düşünerek eşimin kullanabileceği servisleri işaretledim. Çantamı hazırladım. Olası iki kıyafetiminden hangisini seçeceğimi sabaha bırakıp yattım.
Artık ezberlediğim yükseklik grafiğini son bir kez zihnimde gözden geçiriyor, müziği nerede açacağıma, batonu nerede çıkaracağıma ve bunun gibi ayrıntılara son rötüşleri veriyordum.
Sabah 04:30’ta kalktım. Kahvaltımı yapıp geldim ve 1 saat daha yatakta uzandım. Starta 40 dakika kala eşimle vedalaşıp yola revan oldum.
Uzun koşular için kafamda şöyle bir benzetme var. Bir masanın etrafında oturmuş on kişiye, ortadaki koskocaman tenceredeki çorbayı çay kaşığı ile sırayla dağıtmak. Büyük bir sabır işi yani. Bir yerde birine büyük kaşık veya kepçe ile verince asla finalde eşitliği sağlayamazsın. Hızlı koşan biri olmadığım için bu senaryoya ile yavaş yavaş koşarak mesafeleri almaya çalışıyorum.
Bu düşüncelerle starta yürürken, motosiklet camiasından tandığım tecrübeli bir dağcı olan Kayseri’den Nurettin’i gördüm. O da 63 startı alacakmış. Çok güzel bir karşılaşma oldu.
3 ITRA puanım ile arkalara yakın bir yerden start aldım. Puan sistemi olmasa da çok önlerde olmazdım zaten.
Ürgüp’ün paket taşlarının bittiği, sağdan balonların yükseldiği toprak düzlükte yanımdaki arkadaş “Where are you from” diye sohbeti başlattı. “Istanbul. You?” şeklindeki cevabıma “e ben de İstanbul” deyince çok güldük. Bir Temel fıkrasının içine girip çıktık sanki bir an.
1 saat 29 dakikada İbrahimpaşa kontrol noktasına vardım. Su doldurup bir mandalina alıp devam ettim. Zaman limitinin sadece 31dakika önündeydim. İznik 55’te ilk istasyonda limite yakın gelip tedirgin olmuş, sonra arayı açmıştım.
İnsan, kınamadığını yaşamadan ölmezmiş derler. Bir gün kamp attığım bir yerde otomobilinin bagajından outdoor mağazasından yeni alınmış hiç kullanılmamış çadır, uyku, tulumu, mat çıkaran birilerini görüp, eleştirmesem de şöyle bir bakmıştım. Ben de bu yarışa yeni aldığım batonlarımı paketinde getirdim İstanbul’dan. Bu yarıştan önce de hiç deneme fırsatım olmadı. Bir çok video izledim. Teknik yönüme güvendim. Yokuşlar başlayınca batonları çıkardım, önceden belirlediğim yükseklik ayarına getirdim. Ters el, ters ayak şeklinde fena gitmedim. Fakat baton kullanılmayacak yerlerde taşımasını beceremedim ya da hemen alışamadım. Sonra batonları çantaya takıp, Akdağ girişinde almak üzere bir daha ellemedim.
Uçhisar kontrol noktasına doğru ilerlerken yanımda koşan yabancı bir kadın koşucu ile sohbet ettik. Kanada’dan bu yarış için geldiğini söyledi. Dünyada 5-6 yarış koşacaksam bir tanesi kesin burası olur diye de ekledi. Bu yarışın, bu parkurun insanlarda bıraktığı etki okuduklarımdan, düşündüğümden de fazlaydı.
Uçhisar kontrol noktası adı gibi uçtaydı. Son 1-1,5 km’lik paket taşlı çıkış beni benden aldı resmen. Bir ara burası böyleyse Akdağ nasıl ola ki diye düşünmedim değil.
Uçhisar kontrol noktasına zaman limitinin 44 dakika önünde girdim. Çorba, kola, mandalina götürüp biraz dinlenip devam ettim. Koşu ile beraber yine kola içmelerim başladı. Normalde kolayı asla içmem. Koşarken kontrol noktalarında çok iyi gidiyor melet.
Her zaman mesafeyi, hızdan daha çok önemsemişimdir. Bu bisikletli seyahetlerimde de böyle oldu, motosikletli seyahatlerimde de böyle oldu. Şimdi trail koşularında da aynısı. Bu yarışta parkur belirlerken şöyle düşündüm. 38K’ı bitiririm, 63K’ı emin değilim ama bitirebilirim, 119K’ı şu an bitiremem. O zaman hedef 63K. Bitirip bitiremeyceğinin hesaplarını yapma, strateji yapma ve uygulama. Aynı şekilde Nisan ayında İznik’te düşünmüş ve ilk trail yarışımı 55K olarak seçmiştim. Zaman limitine 30 dakika kala bitirmiştim. Dedim ya hıza takılmıyorum. Ama diğer yandan bu parkurları nerdeyse hiç yürümeden bitiren üst düzey koşuculura da saygım çok büyük. O bambaşka bir dünya.
Orada, bitirilecek bir yol varsa, bitirilir…
Uçhisar’dan Göreme’ye olan parkur kısa ve yokuş aşağı ağırlıklıydı. Bu fırsatı değerlendirmeli zaman limitinle arayı biraz açmalı diye düşündüm. Akdağ’da zaman kaybedersem telafisi olsun. Eşimin beni beklediği Göreme istasyonuna zaman limitinin bir saat önünde geldim. Banka oturdum, eşim yiyecek içecek taşıyordu bana. Bu kontrol noktalarında birisinin servis yapması da çok güzel oluyormuş. Bunun yanında kontrol noktasında sevdiğin insanı görmek de güzel oluyormuş.
Göreme ile Çavuşin arasındaki yaklaşık 12 km’lik yolu, 3 km çıkış 3 km iniş 3 km çıkış 3 km iniş diye sıralayabilirim. Bu yolun bir kesiminde 38K koşanlar ile buluşyordu parkur. İstanbul’dan birlikte geldiğim Göksel ve Arzu’ya bakınırken efsane koşu grubu Bikoşu Adana’dan Dilem’e rastladım. Bir süre kendisi ile sohbet ederek devam ettik. 119 koşan BKAlılara iyi dileklerimizi yolladık. Çavuşin kontrol noktasına zaman limitinin bir saat önünde gelip, on dakika kadar uzanmayı planlıyordum. İstasyona zaman limitinin 50 dakika önünde gelebildim. Bankta ya da yerde uzanırdım diyordum ki Çavuşin kontrol noktasının çimenli bahçede olduğunu görünce nasıl mutlu oldum. Hemen çantayı çıkarıp çimenlere uzandım. Bu arada bu kontrol noktasında da beni yalnız bırakmayan eşim bana çay alıyordu içerden. Çay ile birlikte bir de kas gevşetici krem getirmiş. Yan diz bağlarıma kas gevşetici sürüp masaj yaptı. Bu istasyonda batonlarımı çıkarıp, kulaklığımı taktım. Artık müzik yayını başlıyor.
Koşularımda müziğin nerede başladığı çok önemli. Bu parkurda Akdağ’ın başında müziğe başlamak çok iyi bir karardı. Akdağ’ı çıkarken dinlediğim müzik, yarış başından beri açık olsaydı o kadar etkili olmayacaktı diye düşünüyorum. Akdağ çok acayip bir yer. Batonları, adımlarımı, nefesimi bir senkrona oturttup sabit hızla çıkarken Akdağ’ı, kulağımda Yavuz Çetin’in gitar nağmeleri insana çok farklı şeyler sorgulatıyordu. Akdağ’ı çıkıp düzlüğe ulaştığımda hızlı bir şekilde yürüyerek ilerledim. Bu trail yarışlarda hızlı yürüme avantajını çok kullanıyorum. Koşmadığımda hızlı yürüyorum. Dik çıkışlar haricinde normal hızla yürüdüğümü pek hatırlamam. Akdağ kontrol noktası aşağıda ufacık gözükmeye başlamıştı. Batonları çantama koymamıştım, elimde taşıma içini de çözemedim henüz. Batonları arkama doğru çok serbest tutarak aşağı doğru koşmaya başladım. Batonların uçları yerden arkamdan geliyorlardı tozu kaldırarak. Bu bir yöntem mi ya da doğru mu bilmiyorum ama ben rahat ettim. Bir yandan da yol üzerinde hızlı giderken batonun takılıp tehlike oluşturabileceği şeyleri tarayıp duruyordum. Akdağ kontrol noktasına da zaman limitinin 33 dakika önünde gelmiştim. Demek ki Akdağ çıkışında biraz vakit kaybetmişim. Su doldurup, mandalina yiyip devam ettim.
Son 8,8 kilometrede önce soldan güneşin bir bakır tepsi gibi batması, hava kararınca üzüm bağlarının arasından kafa feneri ışığı ile ilerlemek eşsiz deneyimlerdi. Bu anlar da Akdağ çıkışı gibi insanı duygusallaştıran anlardı. Bir ara dinlediğim şarkılara yüksek sesle eşlik eder buldum kendimi. Artık önümdeki arkamdaki arkadaşlara nasıl bir eziyet olduysa bu.
55.km’den sonra koştuğum her kilometre bugüne kadar koştuğum en uzun mesafe olduğu için daha bir değerliydi benim için. 8 adet böyle kilometre geçip 63.km’de büyük tunç kapıların kapanmasına 30 dakika kala o mabede girdim. Sevgili eşim, Göksel ve Arzu beni bekliyorlardı. Kenarda tam tamcılar Her şey, her şey çok güzeldi…
Hafta sonu uzunları ile pazar sabahlarından çaldığım sevgili eşime çok teşekkürler,
Yol arkadaşlarımız Göksel ve Arzu’ya çok teşekkürler,
Kontrol noktalarında canla başla çalışanlara çok teşekkürler,
Yolları kesen emniyet güçlerine çok teşekkürler,
İki kelime İngilizce konuştuğumuz İstanbul’lu Mehmet’e çok teşekkürler,
Sayesinde biraz hızlı koştuğum Dilem’e çok teşekkürler,
Whats up gruplarından soran, tebrik eden aile bireyleri ve arkadaşlarıma çok teşekkürler,
Bu organizasyonu, bir sürü detayı ile kusursuz hale getiren organizasyona çok teşekkürler,
Okuyarak paylaşmama izin veren size çok teşekkürler,
Ve onu bitirmeme izin veren yola çok teşekkürler…
Yol, hiç bir yere gitmez. O bir durma biçimidir…
Volkan GÜNDÜZ / 2553