Beni koşuya başlatan şey koşudan çok ayrı bir şey.
Galiba bunu net bir şekilde ifade edebilirim: beni koşuya başlatan şey kendime söz geçirebildiğimi fark etmem oldu. Bunu fark edince bu bedeni koşturmayı denedim. Koşturmayı da başarınca kendime söz geçirebildiğimden daha çok emin oldum, kendi hayatıma kendim yön verdiğimi hissettim ve bu beni mutlu etti.
Ama bu yazdıklarımı bedenim yazacak olsa galiba o da aynı şeyi tersinden ifade eder ve beni kendisinin dürttüğünü, bana asıl kendisinin söz geçirmeyi başardığını söylerdi… ve bu da yanlış olmazdı. Çünkü gerçekten de her şey bedenimden gelen bir uyarıyla başladı. İşim gereği masa başında hayatını geçiren biriyim, hayatım oturarak geçiyor. Bir gün dayanılmaz sırt ağrılarıyla uyandım ve bu haftalarca sürdü. Sırtım çok net bir mesaj veriyordu: “hayatını değiştir, yoksa sakat kalacaksın, sen bilirsin”.
Pandeminin başlarındaki kapanmada 87 kiloya ulaşmıştım (boy 170 cm) ve böylece bayağı göbekli bir adam olmuştum. Aylar sonra silkinmeyi akıl ettim, aralıklı oruç denen şeyle kilo vermeye başladım ve ilk defa bir diyeti disiplinli yapabildim. Tabi sırtımın uyarılarını halen hissediyordum o sırada… 76 kiloya inince fitness’a da başladım. Beklendiği gibi ilk günün ertesinde bir haftayı evde kas ağrılarıyla geçirdim.
Yoğun bakımda uzun süre kalan hastaların kaslarının eridiğini biliyordum… galiba yaşam tarzı itibarıyla ben de on yıldır yoğun bakımda sayılırım. Fitness ile geçen birkaç antrenmanın ardından bedenimde neredeyse kas diye bir şey kalmamış olduğunu anladım. Neyse ki zaman geçtikçe toparlanmaya ve güçlenmeye başladım… kas ağrıları azalınca bu işi sevmeye de başladım, duruşum değişti. Fitness antrenmanlarını hevesle beklediğim bir gün “ben neden koşmuyorum” diye düşündüm. Ön çapraz bağımda bir sorun olduğu için vaktiyle bir iki deneme yapıp vazgeçmiştim. Dile kolay, 10-12 yıldır hiç koşmamış bir insandım.
Ön çapraz bağ destekli bir dizlik alıp taktım, dizimin etrafını cırt bantlarla sıkı sıkı sarıp bir robocop gibi soluğu pistte aldım. Biraz yürüme, biraz koşma, biraz yürüme, biraz koşma… hep yarısı koşma yarısı yürüme şeklinde önce 3000, sonra 4500 m… başardıkça 6.000’e çıktım. Hep yokuş aşağı koşuyor sonra yokuş yukarı yürüyordum.
Mesafe bir süre sabit kaldı, ama artık daha iyi bir tempoyla, daha rahat koşuyordum. Bunu mümkün kılan şey galiba kilo vermemdi. Bu arada 72 kiloya kadar inmiş ve dizlere düşen yükü epey azaltmıştım. Bir zamanlar bana iyi gelmiş olan glukosamin haplarından alıp her gün bir tane yutmaya başladım. (Ortopedist önermişti, “faydalı olması ihtimali var, ama bir zararı olmadığı kesin” demişti)
İş güzelleşmeye başladı… hayata dönmüş gibiydim. Sonra bir gün yine yokuş aşağı koşarken niye bilmiyorum, içimden gelen bir istekle kollarımı iki yana açtım. Rüzgarı karşıdan alıyor kollarım iki yana açık şekilde koşuyordum… bunu galiba en son 18-19 yaşında yapmışımdır. İşte o an “ben bunu hep yapmalıyım” dedim. Bunu yaparak yaşamalıyım.
Şimdi haftada 3 gün fitness’a devam ediyorum, diğer günler ise -bir aksilik olmazsa- koşuyorum. Genelde haftada 3 x 5K oluyor ve artık gelişmeyi izliyorum. Umarım ciddi bir sakatlık olmaz da sürdürebilirim. Ama olursa yine operasyon olur, fizik tedavi vs’nin ardından galiba yine pistin başına gelirim. Sevdim bu işi :)))
*Bunların bazılarını başka başlıklarda konu geldiğinde, bir şey danışırken vs az biraz yazmıştım. Buraya toplu dursun diye kaydettim. Gelişmeleri, izlenimlerimi düzenli bir şekilde burada tutarım. Belki birilerinin ilgisini çeker, belki birilerini motive eder, belki benim öğrenme sürecim başkalarına da yarar. Moderatörler bir sakınca görmezse koşan insanlara dair gözlemlerimi, eğer yapabilirsem onlarla sohbetlerimi (sohbeti, insanları dinleyip gözlemeyi çok seviyorum) yine burada aktarırım.