Sapanca Ultra Maratonu 60 K Yarış Raporum 2019

Sapanca Ultra Maratonu 60 K Yarış Raporum 2019

Ihlamur ve Kekik Kokuları Eşliğinde Alabildiğine Yeşil

İki aydır hiçbir yarışa katılamamıştım ve antrenmanlarıma spor salonu ve yüzmeyi de eklediğim için haftalık koşu sürem eskisinden daha azdı. Nasıl bir ultra maraton açlığı çekiyorsam ve ruh halim nasıl görünüyorsa, eşim bile sen artık tek başına bir yarışa katıl demeye başlamıştı. Nihayet açlığımı girecek olan yarışın zamanı geldi.

Cumartesi günü yoğun bir gün geçirdim ve parkurun rotasını saatime yükleyecek zamanı bile bulamadım. Akşam iş çıkışı eşim beni Sapanca’daki yazlığımıza bıraktı. O akşam annemlerin yanında kaldım. Sabah 04:00’da uyanıp tost yedim ve giyinip hazırlandım. Yarış 06:00’da başlayacaktı ve 05:30 civarı beni sitenin önünden arkadaşım Barış (Yavuz) arabasıyla aldı. Biraz apar topar çıktığım için henüz sularımı bile dolduramamıştım. Yarışın başlayacağı yer olan Göl kenarındaki parka vardığımızda yine tanıdık simalara rastlayıp selamlaştık. Alper (Dalkılıç) abiyle kısa da olsa biraz lafladık. Barış yarışın başlamasına son on dakika kala saatime rotayı yükledi ve bu saatten sonra yarışlarda sürekli kaybolan biri olarak içim rahatladı.

Yarış saat 06:00’da göl kıyından başladı. Park bitene kadar göl kıyısından koşup sonrasında sola doğru kıvrıldık ve parkın dışına çıkarak asfalt yoldan devam ettik. Yarış öncesi ısınmamıştım ve sanırım bu yüzden bacaklarım külçe gibi ağırlaştı, koşarken güçlük çekmeye başladım. Yarış süresince hep böyle olacakmış gibi düşünürken ısındım ve daha rahat koşmaya başladım. Aşağı yukarı dört km kadar asfalttan ilerledikten sonra patikaya girdik. Çok ilerlememiştik ki sola doğru tırmanmaya başladık. Tırmandığımız yer o kadar dikti ki batonlarımı alarak doğru bir karar verdiğimi anladım. Bir süre sonra yola çıktım. Kısa sürede 650 m’lik irtifa kazanmıştım. Yerleşim yerlerinin olduğu kısa bir asfalttan sonra tekrar patikaya girdim. İki tane gofret yememe rağmen karnım çok açtı ve bir şeyler yemem gerekiyordu.

On altıncı km olan yol ayrımına geldiğimde kiraz kasasının yanında yerimi aldım. Kendimi kaybetmişçesine art arda bir sürü kiraz yedim. Ardından tatlı tuzlu kurabiyelerden kayısıdan yiyip, limonlu sodamı içtim ve sularımı doldurup, sağa doğru yokuş aşağı koşmaya başladım. Artık karnım doymuştu ve keyfim yerine gelmişti. Bir bu kadar daha yiyebilecek kapasitede olsam da koşmakta güçlük çekeceğim için kendimi frenlemiştim. Ihlamur kokuları arasında yeşilin içinde koşmak tarif edilemez bir huzur verdi. Bir iki fotoğraf çekip manzaranın tadını çıkardım. Çok fazla oyalanmamıştım ki arkamdan ben yaşlarda bir koşucunun geldiğini gördüm. Toparlanıp hızlanmaya başladım. Yeşilliklerin içinden geçerken koşucunun bana yaklaştığını fark edince ona yol verdim ve çok geçmeden pişman oldum. Yol bir anda daraldı ve önümüze bir kadın koşucuyla iki tane orta yaşlı erkek koşucu çıktı. Öndekiler yavaş gittiği için hızlanamıyordum ve bu durum beni ziyadesiyle geriyordu. Geçtiğimiz yerde yol yoktu. Sol tarafımızdan dere akıyordu, sağ tarafımız ise ağaçlardan dallardan oluşuyordu. Önümdeki koşucu dalları itip bıraktığında dallar kırbaç gibi bana vuruyordu ve kaçacak yerimde yoktu. En nihayetinde yol bitmeye yakın arkamdan gelen koşucu (Mesut Yiğit) öne geçmek için soldan artık sığlaşmış olan dereye girdi ve önümüze geçti. Sonrasından yol daha geniş bir hal aldı ve sırasıyla kadın koşucudan izin isteyip önüne geçtik. Artık daha rahat koşuyordum. Diğer koşucuları arkada bırakıp bir süre Mesutla koşmaya başladık. Açıklıktan orman içine girdik. Burası bana o kadar tanıdık geldi ki kışın karlar içinde Gökhan’la (Çağlar) burada antrenman yaptığımızı hatırladım. Çok geçmeden orman bitti ve yerini Altıoluk yaylasına bıraktı.

Altıoluk yaylasına varınca Barış’ı (Yavuz) gördüm ve yarışın başında nasıl olsa yolda bir yerde karşılaşırız dediğini anımsadım. Bu istasyonda kiraz hariç diğer istasyonda olan her şey vardı. Çorbada vardı ama oyalanmamak adına çorbayı sonraya bıraktım. O sırada saatimin kadranı 22,5 km’de olduğumu gösteriyordu. On km sonra yine aynı istasyonda olacaktım tabi öncesinde 3,5 km’lik Kartepe zirveye tırmanmam gerekiyordu. Oyalanmadan yola koyuldum. Kısa sürede Kartepe zirveye ulaştım. Kartepe’de video çekimi yaptım ve hiç durmadan inişe geçtim.

Zirvede gördüğüm ve benim önümden koşan iki genci inişte geçtim. Onları geçebilmem batonlara sahip olmamdan ileri geliyordu. İniş o kadar dikti ki bırakın koşup yürümeyi düşmemek için çapa sarf etmeniz gerekiyordu. Ben batonlarım sayesinde hızlıca indim. Hatta birisi espri yaparak bizi de götür dedi. Bende herkes çıkarken kullanıyor ama asıl inerken lazım diyerek ukalalık yaptım ve yoluma devam ettim.

Ihlamurlar içinde başladığım yarışa kekik kokularıyla devam ediyordum. Dönemeçli yollardan geçip ağaçların arasına girdim. İhtiyaç molası vermiştim ki arkada bıraktığım koşuculardan biri beni geçti. Yer yer küçük tırmanışlarda olsa genellikle aşağı doğru giden bir yolda koşuyordum. Üçüncü istasyon olan Altıoluk yaylası bu sefer beşinci istasyon olarak karşıma çıkıyordu. İstasyonda beni yine Alper (Dalkılıç) abi karşıladı. Barış’ı gördün mü senden önce gelmişti ama henüz gelmedi dedi. Evet benden önce çıkmıştı ama ben onu yolda geçtim dedim. Bu konuşmayı yaparken Barış da geldi ve üçümüz arasında espriler döndü. Benim detaylı yarış raporlarımdan dem vuruldu. Barışla aramızda tatlı bir rekabet başlamışçasına konuşmalar geçti. Diğer istasyonlara nazaran burada biraz daha fazla oyalandım. Ertelediğim çorbamı içtim ve yola koyuldum.

Soğucak yaylasına yaklaşırken yolda Kaan (Bilgin) ve Barış’la (Özdemir) karılaştım. Onlarla beraber istasyona sohbet ederek vardık. İstasyonda bizi Serdar (Ünalan) abi karşıladı. Onlar oyalanmadan çıktılar. Ben biraz daha uzun kaldım ki onları bir daha yol boyunca görmedim. İstasyondan çıkmadan Barış (Yavuz) geldi. Arkamdan, ensendeyim diye bağırdı. Onu biliyorum ama inişlerim çok iyidir haberin oldun dedim ve koşmaya başladım. Daha önce olduğu gibi burada da yolda birçok kişiyi geçtim. Sonra bir ara Barışı hemen arkamda gördüm ve tatlı tatlı atışmaya başladık. Sonra tekrar ayrıldık.

Yol bir süre sonra çok tanıdık gelmeye başladı ve bu yolun hafta sonları antrenman yaptığımız parkur olduğunu anladım. İşin garip tarafı yolun sonu arabaların geçtiği anayola çıkıyordu ve oradan sonra bitiş çizgisine nasıl gidecektik. Kafamda bu sorular dolaşırken bir yandan kimse beni geçsin istemiyordum ve hızlı koşmaya çalışıyordum. Sonunda su istasyonu olan 52. km’ye geldim.

Son istasyon yolun solunda bulunan ağaçların arasındaki 15 metre karelik bir alanı kapsıyordu. Yarışın organizatörü Ali Cem Aktaş’la birlikte bir görevli daha vardı ve benden önce geçenlerin bıraktığı boş su pet şişelerini poşetlere dolduruyorlardı. Kalan km’yi (7 km) hesaba katınca zaman kaybetmemek için suluklarımdan sadece birini doldurup, gösterdikleri ağaçların içinden geçip çok ince bir patikayla girdim. Açık alandan bir aranda yeşilliğin içine girince sanki farklı bir dünyaya girmiş gibi hissettim ve daha önceki senelerden deneyimli olduğum için parkurun bu kısmını da hatırladım. Yol bir süre devam ettikten sonra sola doğru kıvrıldı ve yokuş aşağı ince bir yol başladı. Ellerimdeki batonlar yola fazla geldi ve kullanmakta güçlük çektim. Bir süre sonra yol genişledi ve ikiye ayrıldı. Kuş bakışı, yolu düşünce mantıklı olan sağdan gitmekti fakat sağ tarafta işaret göremedim. Saatime yarış öncesi parkurun rotasını yüklemiştim; fakat daha önceki yarış deneyimlerimin aksine saatimin kadranındaki üçgen ok gitmem gereken yönü göstermiyordu ve ters yöne gittiğim zaman da saat titremiyordu.

Son yedi km kala önüme kimse geçsin istemiyordum. Sağa doğru biraz ilerledim ve işaret göremeyince geri döndüm. Yokuştan aşağı birbiri ardına inen 3-4 kişilik kadınlı erkekli bir grup gördüm ve işaret falan aramadan dönüp direkt sağa doğru koşmaya başladım. Hemen ileride işaret görüp oyalandığım için kendi kendime hayıflandım. Artık yok nispeten daha genişti ve kıvrımlardan ötürü çok göremesem de arkamdan hızlıca gelen bir grubun olduğunu biliyordum.

Patika bitip asfalt yol başlayınca önümde koşan iki kadın, iki de erkek koşucu gördüm. Asfalttan sola doğru çimenlere girerken önümdeki kadın koşucu düştü ve ben yanına varamadan ayağa kalkıp koşmaya başladı. İyi olduğunu söylediyse de yavaş koşuyor hızlanmayı denediği zaman yalpalıyordu. Çimenler yerini tekrar asfalta bıraktı ve köprünün altından geçip koşmaya devam ettim.

Asfalt yol boyunca sürekli arkamdan koşan bir erkek koşucu (Mehmet Burak Babaç) vardı. Ara ara arkama dönüp bana ne kadar yaklaştığını kontrol ediyordum. Onun da arkasına, daha gerilere baktığım zaman kimseciklerin geldiğini görmedim. Fark ettim ki benim patika da gördüğüm grup sadece bir yanılsamaydı. Orada aslında gördüğüm en son geçtiğim ve beni asfalt boyunca takip eden erkek koşucuydu. Zaten düşünüce öyle dar ve dik bir yokuşta 3-4 kişi birbirine o kadar yakın mesafe koşamazdı.

Artık çok az kalmıştı ve önümde koşan gruba yetiştim. Bir Rus kadın koşucu ve iki Türk erkek koşucudan oluşan bu grupla beraber yol ayrımında kaldık ve nereden gitmemiz gerektiğini düşünürken arkamdan gelen koşucu sağa doğru koşup bizi geçti ve oradan gitmemiz gerektiğini söyledi. Asfalt boyunca arkamdan koşan koşucunun artık ben arkasından koşuyordum. Parka girerken görevlilerden biri ilerideki köprüden geçip sağa doğru devam etmemiz gerektiğini söyledi. Göl kenarından koşmaya başladık. Son bir km kalmıştı ve bitiş çizgisini görebiliyordum. Bitiş çizgisini uzak mesafeden görebiliyor olmak sinirlerimi bozmuştu. Arkada kalan üçlü gruptan bir erkek koşucu da son 500 m kala beni geçti. Artık bitmek üzereydi ve önümde 40 K koşan kilolu bir kadın koşucuyu geçmeme yakın, arkadaşları coşkulu bir şekilde onun etrafını sarıp kutlamalar yapıyorlardı. Moral olarak ona iyi gelen bu durum yolu mu daralttıkları için bana pek bir sevimsiz geldi.

Bitiş çizgisinden geçmeye yakın, Soğucak Yaylasına beraber vardığımız Barış (Özdemir), gölün kenarında oturduğu yerden, çorbanı alıp yanıma gel diye bağırdı. Yanında Kaan ve tanımadığım iki arkadaşları daha vardı. Bitiş çizgisinden geçip saatimi durdum. 57.76 km’yi 8 saat 36 dakikada bitirdim. İleride bir stant gördüm ve oraya gidip bir şeyler atıştırdım. Sonradan fark ettim ki standın solunda oturan orta yaşlı erkek görevli madalya veriyor. Yanına gidip madalyamı aldım. Sonrasında makarna almaya gittiysem de beş dakika sonra çıkacağını öğrendim ve az ötedeki stanttan çorba aldım. Çorba beklentimin ötesinde lezzetliydi. Göl kenarına Barış ve Kaan’ın yanına giderken, bitiş çizgisinden Mesut Yiğit’i geçiyordu.

Kaan ve Barış’la biraz lafladık ve kısa bir süre sonra Red Team üyemiz Barış Yavuz’u bitişten geçerken gördüm. Kaanlar yanımdan ayrıldılar ve ben de çorbam bittikten sonra kalkıp Barış Yavuzun yanına gittim. Onunla beraber makarna yiyip biraz lafladık ve sonrasında yarış alanına 1-2 km mesafedeki yazlığımıza doğru yavaş yavaş ilerleyip eve vardıktan sonra kendimi gölün serin sularına bıraktım.

Genellikle raporlarımda son değerlendirme bölümüne yer vermem. Yergilerimi de övgülerimi de raporun içinde gerekli gördüğüm yerlerde yaparım. Bu sefer bir değişiklik yapmak istiyorum. Yarışı genel olarak değerlendirecek olursam 60 K için beklentimi karşıladı.

Kişisel süremin doğru ölçüldüğünü düşünmüyorum. Ben yarışı kolumdaki saate göre 8 saat 36 dakikada bitirdim. Bitiş çizgisinden Mehmet Burak Babaç’ın hemen arkasından geçtim ama nasıl olduysa sıralamada aramıza iki tane koşucu girmiş ve benim sürem 08:42 olarak görünüyor. Üstelik listeye göre yarışı benden önce bitiren Mesut Yiğit’i ben bitişten geçtikten 5 dakika sonra bitişten geçerken gördüm.

Parkur inişli çıkışlı ve alabildiğine yeşildi. Manzaralar eşliğinde değişken yollarda kah ıhlamur kokuları kah kekik kokuları eşliğinde koşmak bana tarif edilemez bir keyif verdi. İstasyonlarda Alper Dalkılıç, Mahmut Yavuz, Serdar Ünalan gibi deneyimli sporcuların yer alması çok iyiydi. İstasyondaki tatlı ve tuzlu kurabiyeler, taze ve lezzetliydi. Atıştırmalıklar ve meyveler 60 K gibi bir mesafe için gayet yeterliydi. Bu içsel yolculuk için emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Kemal Kadir ÖZKARAKAŞ

5 Beğeni

Yazınızı baştan sona okudum. İçinizden gelenleri açık yüreklilikle yazmışsınız. Ancak,

  1. 2 ay herhangi bir hazırlık yapmadan 60K koşmak demek, direkt sakatlığa davetiye çıkarmak.
  2. Yol verdiğiniz birine yol daraldığı için pişman olmak. Yapılan bu yarışın ruhuna aykırı bir durum bence. Sporun öncelikle centilmenlik olduğu, bu gibi yarışlarda centilmenlik ruhunu içimizde barındırmalıyız. Malesef bu yapılan harekette yok.
  3. Kimse beni geçsin istemiyorum demek. Bunu direkt söylemişsiniz açık yüreklilikle. Bu kadar hırs çok zararlı olur, olabilecek sakatlık ir daha spor yapamama durumuna düşürebilir.
  4. Kilolu yarışmacı kelimesi ile ben Limit Sensin platformunun yerinde olsam sizi bütün Limit Sensin yarışlarından men ederim. Kullanılan kelimeler çok rencide edici. Ve yarışlara yeni katılan biri olarak beni üzdü.
  5. Süre konusundada 2 kişinin sizi geçmesini çok fazla kafaya takıp bu kadar üstünde durmanızda gereksiz olmuş. Amaç burada nedir. 2 kişi sonda yazılsanız ne olur.
    Sapanca ultra sitesinde Yonca Tokbaş’ın yazısını okumanızı tavsiye ederim.
    Amaç galip gelmek şampiyon olmak, bunu kim istemez. Burada biz birbirimizle yarışmıyoruz ki, zaten organizasyonun ismide Limit Sensin!!!
3 Beğeni