Koşu Sporunda Kadınlar

Ülkemizde kadınların spor yapabilmesi (yapması değil, yapabilmesi) çok önemli. Koşmaları ya da koşamamaları umurumda değil. Ne derecelerini merak ediyorum, ne de sürelerini.

Topluca da olsa, şenlik gibi bir kapatılmış alanda bile olsa, koşmaya gelip sohbet ederek yürüseler de, sporla ilgili bir şeyler yapma olanağı bulmaları ülkemiz için umut verici bir gelişme. En azından gelecekte spor yapacak kadınlarımız için maya olur.

Şimdiki durum maalesef çok yetersiz. Kadınlara zaten bu konuda yoğun bir engelleme geleneği var. Sadece bizim ülkemizde değil. En açık fikirli geçinenlerde bile…

Roberta Gibb, 1966’da Boston maratonuna katılmak için başvurduğunda, yarış direktörü Will Cloney’nin imzasını taşıyan bir ret mektubu almıştı.

Mektubun son cümlesi olan "Kadınlar fizyolojik olarak 42 kilometre koşma kapasitesine sahip değildirler”, özgürlükler ülkesinde bile, kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu özetliyordu.

Roberta, artık kendi kişisel hedefi için değil, insanların düşünce şeklini değiştirmek için de maraton koşmaya karar verdi.

Seyirci kılığında başlangıca gitti. Yarım saat sonra, koşucuların yaklaşık yarısı geçmişken, çalıların ardından seğirtip kalabalığa karışmayı başardı. Artık maratonun bir parçasıydı. 3 saat 20 dakika gibi, katılımcıların ilk üçte biri içinde bitirdi.

Basının ve halkın yoğun desteğine rağmen, kadınların koşu yarışlarına katılım izni bir türlü çıkmadı. 1967 ve 1968 yıllarında da kayıt dışı olarak gizlice maratonda yer aldı.

1967’de, ayrıca Katrine Switzer, adını kısaltma olarak yazarak kayıt numarasını alsa da, kadın olduğu anlaşılınca, yarıştan kaba kuvvetle atılmak istendi. Erkek arkadaşı tarafından hem kurtarıldı, hem de “Senin yüzünden olay çıkarttım, başımı belaya soktun” diye fırçalandı. Bu onu daha da kırdı ve hırslandırdı.

4 saat 20 dakikada bitirdiği yarıştan atılmak istenirken çekilen fotoğrafları, spor tarihine geçti.

Toplum baskısıyla kadınların Boston Maratonu’na resmi olarak kabul edilmesi ise 1972 yılını bulacaktı.

Antalya’da 50 kadının 42 km yarışına katılıp, 38’inin bitirmesinin ne kadar değerli olduğunu anlamak gerek. Çünkü daha 50 sene önce, kadınların 2,5 km’den fazla koşması tüm dünyada yasaklanmıştı.

Peki niye böyle acaba. Bir sürü başarılı örnek varken bile, bu kısıtlayıcı baskı ne amaçla yapılıyor. Neden kadınların spor yapmalarına karşı çıkılıyor.

Öncelikle kız ve erkek çocuklarına küçük yaşlardan itibaren biçilen toplumsal farklı cinsiyet rolleri, aşılması zor ilk engeldir.

Önce toplumsal yapı, aile yapısı, ekonomik durum, özellikle giyim konusunda din ve çevre baskısı kadınları kısıtlar.

Arkasından sporun, eğitimi ve okulu olumsuz etkileyeceği kaygısı, küçük yaşta kadın sporuna sekte vurmaktadır. (Oysa erkek çocuklara aynı olumsuz etki kaygısı ile yapılan baskı, varsa da, çok çok daha azdır.)

En sonunda da, evlilik, çocuk doğurma (Sporu bırakmada zorunlu bir etken olduğu yanılgısı ile) engellemeyi devralır.

Türkiye’de, kadınların aile, erkek kardeş, erkek arkadaş, eş, vb. kişilerce hayatlarının her döneminde bir şekilde baskı altında tutulmalarına büyük oranda rastlanmaktadır.

Erkeklere her zaman öncelik tanınıyor olması (özellikle aile içinde her konuda), kadınların spora katılımlarının (en azından toplumun belirli bir kesimi tarafından) hâlâ kabul görmemesine neden olur.

Kadının spora katılım öncesi, sırası ve sonrasında tacize uğrama tehlikesi de, bir çok aileyi ve spora başlamak isteyen kadını korkutur. Sporda, başka alanlarda olmayan rahat doğal ortam, sporun içinden olmayanlarca -öyle olmadığı halde- taciz etme, eşcinsellik, cinsel yakınlık duyma gibi algılanabilmektedir.

Spora katılım öncesi, sırası ya da sonrasında tacize uğrama tehlikesi; antrenörlerin genellikle erkek olması; aile, eş, erkek arkadaş, vs. baskılarına neden olur. Bu abartılmış güvenlik sorunu endişesi ile, baskı uygulayan yakınları tarafından spora katılımına zorla son verilebilir. Ya da kadının kendiliğinden spordan uzak durması oldukça sık görülür.

Ayrıca devlet yönetiminin kadını eve kapatmaya yönelik politikası, her devirde ve her coğrafyada gördüğümüz bir gerçektir.

İşin ayrıca maddi bir boyutu da vardır. Futbolun, erkek egemen bir spor kültürünün yaygınlaşmasına olan itici etkisi hafife alınamaz.

Erkeklerin fiziksel üstünlüğü; erkeklerin genel kuvvete, performansa, sürate dayalı bu tür sporlarda bayanlardan daha iyi olduğu düşüncesi, erkek sporunun, seyircinin daha fazla ilgisini çektiği düşüncesiyle sponsorları etkiler. Bu nedenle erkek sporlarına daha fazla destek verilir.

Kulüplerde eskiye göre daha iyi ücretler kazanılmasına rağmen, yine de erkeklere kıyasla kadınlara yapılan ödemelerin çok daha az olduğu bir gerçektir.

Tenis ve voleybol branşları dışında, kadınların aktif sporla geçim kaynağı sağlamaları çok zordur. Çoğu zaman büyük bir gelir de getirmezler.

Özellikle atletizm, artistik patinaj, kayak, jimnastik ve yüzme gibi branşlardan az da olsa gelir elde etmek için, dünya çapında başarı göstermek gerekir. Çok büyük bir kesim için oldukça masraflı bir uğraş olarak kalır. Bu yüzden kadın için spor, genellikle hobi aşamasını geçmez.

En yüksek ücretlerin alındığı Golf, Motor sporları, Amerikan Futbolu, Beyzbol, Buz Hokeyi, Boks, Basketbol ve Futbol’da kadının hemen hiç yeri yoktur

Hepsi bir yana, kadınların üzerine yüklenen ek görevler, kadının başka bir uğraşa yönelmesini sıklıkla engellemektedir. Sporun geçim kaynağı olamaması da, kadınların spora ilgisini azaltmaktadır.

Az oranda olsa da, kadınların spora, eskiye göre artış gösteren katılımı, medyanın ilgisini bir miktar çekmiştir. Ancak medyanın kendisi de, toplumun yapılandırdığı kadınsılık ve erkeksilikle ilgili kişilik özelliklerine ve davranış kalıplarına esir olmuş durumdadır.

Spora ilişkin görüntülerde, kadının belirgin biçimde cinselliği ön plana çıkarılır. Başarılarına ise erkeklerle eş değerde yer verilmez. Spor çevrelerinde bile spordaki cinsiyetler arasındaki fırsat eşitsizlikleri konusunda bilincin gelişmediği söylenebilir.

Kadınlar, sporda “aktif” biçimde varolabilmenin ötesinde, ona “doğru” şekillerde katılabilmenin de savaşını vermektedirler. Bu bağlamda sporda, kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıklar, basit farklılıklar olarak değil (yani güllenin ağırlığındaki, ciritin uzunluğundaki farklar gibi değil), cinsiyete dayalı hiyerarşik iş bölümleri olarak ortaya çıkar.

İki erkek boks maçına çıkar, mayolu bir kız kaçıncı devre olduğu tabelasını gösterir. İki erkek basketbol takımı karşılaşmasında, ponpon kızlar aralarda gösteri dansları yapar. Kadınlara çoğu zaman sadece konu mankenliği bırakılır.

Victoria çağında (1837-1901), İngiltere’de, kadınların çalışması resmen yasaktı. Soylu bir kadın bir işte çalışmak isterse, ünvanını kaybederdi. Kadınların çalışabileceği ve geçim sağlayabileceği alanlar çok sınırlıydı. İlk tercih, evlilikti. Eşleri ise patronları olarak kabul edilirdi.

Geriye kalan ikinci ve muhtemelen son seçenek ise hayat kadını olmaktı, ki kadın nüfusun yaklaşık üçte biri, mecburen bu şekilde geçimlerini sağlıyordu.

Günümüze geldiğimizde ilerleme yok demiyorum. Ancak hiç mi andırmıyor.

Yeterli mi bugünkü kadın hakları. Normal mi daha bir hafta önce, sadece hakkını savunduğu için tek bir günde öldürülen 7 kadın olması… Tüm dünyada “femicide” yani kadın cinayetinin artması.

Can derdine düşenlerin maratona başvurması beklenmez doğal olarak.

Tersi de doğrudur.

Bir gün gelir de, tüm kadınların spor yapabildiklerini görürsem, artık kadın oldukları için öldürülmeyeceklerine inancım artar.

Yani kaza ile değil, suç işledikleri için değil, miras meselesi ile değil, sadece erkeklerin kendilerine koydukları sınırlamalara karşı geldikleri için, sadece “kadın” oldukları için ölmek zorunda kalmayacaklarına dair umudum olur.

Bu yüzden koşarken önümü kesen, yolda oyalanan, gülüp eğlenerek yolu kaplayan spor kıyafetli kadınlar, torunumun geleceğine dair en büyük umut benim için…

16 Beğeni

Ben toplumsal konuların “toplum ölçeğinde” ele alınması taraftarıyım. Çünkü söz konusu sorunlar bir cinse ait değil, tüm topluma ait.

Şöyle ki; kadına şiddetin az olduğu, bu konuyu çözmüş toplumlara baktığımızda aslında oralarda her türlü şiddetin az olduğunu görürüz.
Kadınların daha çok spor yaptığı toplumlara baktığımızda aslında oralarda tüm bireylerin daha çok spor yaptığını görürüz.

Kadın cinayetleri var diyoruz. Ama geçen yılki ülkemizdeki toplam cinayete kurban gidenlerin %82’si erkek, %18’i kadın. Bu oran son 20 yılda %78’in altına düşmemiş. Yani cinayet kurbanlarının 5’te 4’ü erkek. Yani tüm ülke genelinde bir şiddet sorunu var. Sadece bir cinse mahsus değil. Tüm cinayetleri azaltmadan kadın cinayetlerini azaltmak olası değil.

Aynı şekilde bireysel olarak aktif spor yapan kadın sayısı az deniliyor ama bireysel spor yapan erkek sayısı fazla değil. Tüm dünyada en az egzersiz yapan ülkeler arasında 5.inci sıradayız. Yani tüm ülke genelinde bireysel sporlara katılım çok az.

Demem odur ki; kadına şiddeti bitirmenin yolu tüm şiddeti bitirmekten geçiyor, kadınların daha çok spora katılmasını sağlamanın yolu tüm toplumu spora yönlendirmekten geçiyor.

Bireysel olarak spor yapan bir babanın hem eşinin hem kızının spora başlama ve spor yapma olasılığı çok daha yüksektir.

O yüzden toplumsal bazda düşünmekte fayda var.

10 Beğeni

Asics bu konuda bir calismaya destek olmus. Sayfanin en altinda raporun pdf hali de indirilebiliyor.

https://www.asics.com/us/en-us/mk/move-her-mind/report

5 Beğeni