Isparta Atletizm, slogan:
Koşabilmek özel bir yetenek, koşunu geliştirmek çok daha özel bir sabır ister.
Koşmak ne zaman özel yetenek ister, 100metre başta olmak üzere tüm mesafelerde musabik koşmak özel yetenek ister veya isteyebilir, ondan da önce genetik yatkınlık ister. Çok çok çok çalışmak ister. Ama musabik olarak dedim. Yoksa 100 metre koşmak ne özel yetenek ister, ne de genetik yatkınlık. Özellikle mesafeler uzayıp ultra koşulara evrildikce, yetenek ve genetik yatkınlığın rolü azalıyor. Japonya’dan, İspanya’dan, Meksika’dan, Yunanistan’dan, Kenya’dan her ırktan başarıya ulaşan insanlara şahit oluyoruz. (ırkların kendi içindeki genetik yatkınlığın etkin olabileceğini kabul ediyorum. Ama ırklar arası skor, kısa ve orta mesafedeki kadar açık değil)
Hangi alanlar özel yetenek ister… Resim, plastik sanatlar, müzik, şiir, Futbol, Tiyatro/Sinema oyunculuğu, Bilardo, vs vs… Bunlar özel yetenek ister. Örneğin 30 yaşına kadar müzik kulağınız yok iken, dinlediğiniz bir melodiyi, herhangi bir enstrümanla, notasız icra edemiyorken, 35 yaşında kalkıp, dur bir keman alayım, keman virtüözü olayım diyebiliriz ama olamayız.
35 yaşına kadar hiç bir spor yapmadan 140 kilolara ulaşan biri, 35 yaşında… Veya 45 yaşında, dur ben kilolarımı vereyim sonra da koşayım, hem de iyi bir koşucu olayım der ve olur! Koşmak özel yeteneğe bağlı olsaydı, iyi bir koşucu olamazdı.
Aslında koşmanın özel yetenek istemediğini anlatmak… hem de burada, Koşu Forum’da anlatmak, şu an çok saçma geliyor. Kendini özel sanan birilerinden dolayı bu kadar vakit harcayıp yazdığım için ve okuyanların vaktini aldığım için, ben ne yapıyorum diye kendime sormuyor da değilim hani.
Koşu/insan ilişkisinde bu kadar araştırma yapılmışken, insan bedeninin koşmak için (özelikle uzun mesafe) ne kadar uygun olduğu tesbit edilmişken, Bugün 100km’de insan mı geçer, at mı geçer diye düşündüğümüz, uzun mesafede, karada yaşayan tüm canlılar içinde, üst sıralara oynadığımız bir branşta özel yetenekten bahsedilmesi… Örneğin uzun mesafe konusunda çitalara, aslanlara, ceylanlara karşı özel yeteneklerimiz var, iki ayakliyiz, aşil tendonunun sağladığı faydalar, terleme sistemi vs.vs. bunlar için ‘diğer canlılara karşı özel yetenek, durum vs.’ denebilir de, insanlar arasında koşanların, koşmayanlara karşı özel yetenekli olduğunu, kitleye gaz vermek için söylendiğini düşünmek istiyorum. Koşmayanlar yeteneksiz değil, sadece koşmayı tercih etmiyorlar. Yoksa hayatın herhangi bir alanından, herhangi bir meslek mensubu bir kişi 30’undan, 40’ından sonra uzun koşmaya karar verdiğinde bir kaç sene içinde ulusal veya uluslararası başarılara imza atabiliyor. Özel yetenek isteyen bir dalda, bu kadar geç yaşlarda başarıya ulaşılamaz. Aynı şekilde, bu kadar geç yaşlarda başlayıp büyük başarıların elde edilmesi, aslında bu konunun insana uygun oluşundan kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Yani koşmak insana yakışıyor. İnsanın koşabilmesi için gerekli herşey vücudunda yeterince var.
Kişilerin, yaptığı işi yüceltmesi, bana kibirli olmayı çağrıştırıyor ama yanılabilirim de. Kendini aşırı beğenen egoist/narsist kişiler de kendilerini yüceltir.
Egoist/narsist kişi kendini yüceltir, başkaları çok önemli değildir. Diğer kişiler sadece çıkarları için bir araçtır.
Kibirli kişi ise, kendini yüceltirken, başkalarını küçümseyen, aşağı görendir.
Kişinin yaptığı işi, diğer insanlardan ayrıştırarak yüceltmesi, bu kavramların konuları arasına giriyor. Koşan kişinin, ‘Koşmak yetenek ister’ demesi en azından egoist/narsist bir tavırdır. Bu ifadenin kibir içermesi için, koşmayanları yeteneksiz olarak etiketlemesi gerekiyor… ki dolaylı olarak bu anlam çıkıyor aslında.
Bir spor dalında egoizm’den veya kibirden bahsedince, benim aklıma ilk gelen branş, dağcılık oluyor.
Dağcılık, trekking’den alpinizme kadar alt kategorilere ayrılan…
-alpin dagcilik… Kazma, krampon, halat, emniyet kemeri gibi aletlerle zirve yapanlar,
-hiking… Aletsiz zirve yapanlar
-Kaya tirmananlar
-Buz tirmananlar (şelale veya buz kulvari gibi)
-Yapay duvar tırmananlar
-Trekking yapanlar
Dağcılık faaliyetleri ile ilgilenen kişilerde, özellikle Alpin dağcılık faaliyetlerde bulunanları, bu özelliğe daha yatkın olarak görüyorum.
Diğer kişileri küçümseme öyle bir hal alıyor ki, bazen kendi yaptıkları işleri de küçümser hale gelinebiliyor. Örnek mi? çıkılan bir dağa tekrar çıkmaktan kaçınmak, bir sonrakinde daha yüksek bir zirveyi hedeflemek. Oysa bir dağ çok çeşitli rotaları olduğu gibi, farklı mevsimlerde de farklı faaliyetler sunabilir. Haldun Aydıngün bu konuyu eleştiren bir yazı yazmıştı. Türkiye’de, Erciyes, Kackar, Süphan, Cilo, Ağrı zirvelerine birer kez cikan kişiler tıkanıyor ve yurtdışı imkanı olmayanlar dagciliktan kopuyor demişti. Maşukiye’den The Green Park otele, sonra da otel’den Masukiye’ye yaptığımız bir koşuda Haldun abiyle bu konuyu Uludağ özelinde konuşmuştuk. Öncelikle Uludağ, zirvesine hiking ile çıkılabilecek basit bir dağ olarak görülüyor. (Nasıl? basit bir dağ ifadesi bile biraz itici değil mi? Peak Lenin zirvesi yapmış biriyle ‘Ilgaz veya Dedegöl’ hakkında sohbet etmeyi denemenizi öneririm) Uludağ büyük zirveye veya Erciyes küçük/büyük zirvelere kaç farklı şekilde çıkılabilir diye sormuştu. Her ikisine de farklı rotalarda, ve o rotaları farklı mevsimlerde olmak üzere 10’dan fazla çeşitte çıkılabilir. Ama zirveyi, sadece ‘zirvenin rakımı’ olarak gören kişi 1 kez diyecektir ve daha yükseğe yönelecektir. İmkanları ile yonelebilecekleri bir dağ kalmayınca da dagciligi bırakıyorlar demişti.
Veya Kizlarsivrisi… Zamanında bir şehrin TDF il temsilcisi ve şehrin adını taşıyan dağcılık kulübü başkanına, grup halinde bir Kizlarsivrisi zirve faaliyeti düzenlemeyi önermiştim. Aldığım cevap: ‘çok turistik bir dağ, bize yakışmaz’. Hani dağcıların bir kısmının bu huyunu duymuştum da hiç şahit olmamıştım. E artık o gün şahit te oldum. Hem de bir klüp başkanı ve TDF il temsilcisinden. Savunmaya çalışsak, söylediği söz kendini bağlar, temsil ettiği kurumları bağlamaz da diyebiliriz. Zaman geçti, Federasyon yönetimi değişti, bu sözü söyleyen kişi yerine, klüpte baskan yardımcısı olan kişi, TDF il temsilcisi oldu. Sigara içen bir arkadaştı. Birgün bana, ‘abi sigarayı bırakıp koşmaya başlasam, yapabilir miyim’ diye sordu. Ben koşu camiasına bir kişi daha katılacak diye sevinerek, saf saf, ‘tabi neden yapamayasin, yeter ki bir adim at’ dedim. Safliğim nerden geliyor biliyor musunuz? Ben onun ‘yapabilir miyim’ sorusunu ‘koşabilir miyim’ diye algılarken, onun kastettigi ‘kürsü görmekmiş’… Ne diyeyim.
Birkaç gün önce(8.1.2025) turistik denen Kizlarsivirisi’nde, dağcı bir arkadaşımız (Fehmi Efe), solo zirve faaliyetini tamamladiktan sonra, dönüşte çığ altında kalarak hayatını kaybetti. Şu turistik denen dağda.
Bu forumda defalarca Spartathlon koşmuş kişiler var, önde gelen ultralarda kürsü görmüş, birinci olmuş kişiler var, sub3 yapmış kişiler var. Ben bu ortamda koşucuyum diyebiliyorum ama Uludağ’a, Dedegole, Kizlarsivrisine solo çıkmış, eşimin sorumlulugunu alarak Erciyes’e çıkarmış, 2 arkadaşla birlikte Kaçkar’a çıkıp, bir de yukarı kavrundan, olgunlara trans yapmama, tüm bunların dağcılığın kapsamı içinde yer almasına rağmen bir Elbruz yapmış kişinin yanında dagciyim diyemiyorum. 8000lik zirve yapmış biriyle, dağcılık konusunda sohbet etmek, o zirvelere çıkmaktan daha zordur.
Başka bir konu daha…
Şöyle bir anlayış var. ‘zirve yapmama/yapmamıza dağ izin verdi’ veya tersi ‘dag izin vermedi’
Dağın iradesi mi var? Üzerinde adım atan, tırmanan insanlara karşı bir garezi veya merhameti mi var. Salt fizik kanunlarının işlediği, o kanunlara göre çıg mı düşecek, yıldırım mı çarpacak, fırtına mı kopacak, kaya parçalanıp taş mı düşecek vs vs… olaylar şekillenirken, ‘dağ bana izin verdi veya vermedi’ gibi bir düşünce neden ortaya çıkar. Bunun psikolojideki kökeni nedir.
Ömer Burhan Tüzel’in sosyal medya hesabında, Nasuh ve Tunç kadar olmasa da onların bir tık altında bir seviyede diyebileceğim bir kişi, Ağrı Dağı’na çıkma konusu için yüksek irtifa faaliyeti değil demişti.
Yukarıdaki tüm anlattıklarım, kişilerin kendi görüşünden kaynaklanan olaylar şeklinde bir itirazla karşılanabilir.
Şimdi kurumsal bakalım.
Mustafa Kılıçaslan, kanadyen baston kullanan, dağcı ve koşucu. 2016’da 27K Tahtalı Run To Sky 07:00’de start almıştı. Polat Dede, Mustafa beye özel cut-off tanımlamak icin, ona özel olarak, 04:30’da tek başına start verdi. Mustafa Kılıçaslan kanadyen bastonlariyla finisher oldu. O gün Polat Dede’nin yaklaşımını çok beğenmiştim. Sonra Mustafa Kılıçaslan’la Kayseri Tomarza’da bir kez daha karşılaştım. Sancak dağcılığın düzenlediği bir etkinlikte Beydağı zirvesi için orada bulunuyorduk. İkimizin üzerinde de Tahtali’nın tişörtü vardı. O gün de 3.000lik zirve yaptı. Şu ana kadar 20 kere kadar ve bazıları solo olmak üzere (yaz/kış) Erciyes zirvesi, bir kaç sefer Ağrı zirvesi var. Konumuzla ilgisi ise, Mustafa Kılıçaslan’ın Türkiye Dağcılık Federasyonunun yaz dağcılık eğitimine, engellilik halinden dolayı kabul edilmemesi. Nedenini federasyona sorsanız, ‘dağcılık tehlikelidir, engelli kişi dağa çikmamalidir’ derler. Bana sorsaniz, engelli kişi dağa çıkıyorsa, dağcılık o kadar da buyuklenecek bir faaliyet değildir. Ağrı’ya çıkmışsınız, ama çevreniz önem vermiyor, ‘ne olacak canım, engelli bir insan bile çıkabiliyor’ diye düşünülmesini engellemek.
Özetle, koşmak yetenek istemez, sadece irade ister, kararını veren koşabilir, dağcıların hepsinde kibir/büyüklük hissi olmasa da, bu özellikler en çok bu spor dalında göze çarpmaktadır.
Yazdıklarımın hepsi benim görüşümdür. Doğru veya yanlış kısımları olabilir, mantıklı veya saçma olan yerler de olabilir. Katılmak veya katılmamak okuyana aittir. Ama şu net, “bir faaliyetin özel yetenek istediğini belirtmek, insanları o faaliyete yaklastirmaktan öte uzaklaştırır.” Böyle bir sözün bir atletizm kulübünün anasayfasında, en üstte yer alması, insanların, bu kulübün düzenleyeceği etkinliklere (Davraz Sky Run) dikkatli ve sorgulayıcı davranmasını gerektirir.