İDA Ultra Trail 2022

İDA Ultra 2022

Sütüven Şelalesini geçtim. Yokuş kalmadı sayılır pek. Yine de inanılmaz bir halsizlik duyuyorum. Saat 22:30’da Beyoba istasyonuna vardığımda artık soğuktan hareketlerim robotlaşmış durumda. Yaşayarak anlamak istediğim bir çok şeyi anladım. Şimdi de baş edip edemeyeceğimi göreceğim.

Nerden estiyse, Amerikayı yeniden keşfetmeye karar verdim. Yılda 2 maratondan fazlasını yapma diyen eski atletlere inat, 10 hafta içinde 4. ultra yarışım bu. Şimdi son deneme. İda dağında 110 km.

Sabah erkenden hazırlanıyorum. Başlangıca gitmek için toparlanırken, elime aldığım batonlara bakıyorum, biraz duraklıyorum.

Özgür Sancak, baton kullanmaya hep soğuk bakıyor, ben ise kullansın istiyorum. Haklı mı acaba istememekte… Bir deneyeyim bakalım bu yarışta, baton kullanmayınca farkedecek mi.

Geri yerlerine bırakıyorum.

Kendi üzerimde deney yapma fikrini düşününce aklıma Hikmet Boran geliyor. Yarış heyecanım sönüyor. Onun yaptıklarının yanında öyle önemsiz ki bu zorlanmalarım.

Hikmet Boran, İstanbulun işgali sırasında, 14 Mart 1919’da, tıbbiyeyi ayaklandıran öğrenciydi. Tıp Bayramı bu nedenle hala 14 Mart günü kutlanır. Nedenini bilmeyen doktorlar bile olmasına rağmen.

Sivas kongresinde, 9 Eylül 1919’da Mustafa Kemal’e hitaben “Manda fikrini kabul ederseniz sizi vatan kurtarıcısı değil, batırıcısı olarak ilan ve telin (lanet) ederiz” diyen kişidir. Mustafa Kemal bunun üzerine kürsüye çıkar ve o ünlü sözünü söyler.

“Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyor ve güveniyorum. Ya istiklal, ya ölüm”.

Daha sonraları, Hikmet Boran adına “Gençliğe Hitabe” yazılır.

Oğlu, ünlü sunucu Orhan Boran daha lise öğrencisi iken, Dr. Hikmet, 1945 yılında, verem savaş derneğini kurma çalışmaları sırasında bulaşmış olan verem hastalığı nedeniyle genç yaşında hayatını kaybeder.

Maalesef bu kahramanla tek benzerliğimiz mesleklerimiz. O da genel cerrahi uzmanıydı. Savaş sırasında kurşundan daha çok can alan tifüse karşı aşı geliştirebilmek için, Cebeci Hastanesinde kendi üzerinde deneyler yapmıştı, oradan aklıma geldi.

Beyoba’da yağmurluğumu da giyiyorum. Keşke yanımda uzun tayt ya da pantolon da olsaydı. İstasyondan çıkınca soğuktan ürperiyorum. Biraz koşarak ısınmaya çalışıyorum ancak gücüm kalmadı.

Oysa yarış çok iyi başlıyor. Ciddi ciddi koşuyorum yokuş yukarı.

Neredeyse ilk 70 km hiç teknik alan yok. Kendimi golsüz biten bir futbol maçında, ya da kazasız biten bir otomobil yarışında gibi hissediyorum önceleri.

15inci km’deki Adatepe Cp’ye varıyorum. 1 saat 50 dakika. Hava aydınlanmış. Güzel ve açık. Yol dünkü yağmurdan dolayı yer yer çamur olsa da teknik alan sayılmaz.

30ncu km’deki Doyran’a ulaştığımda da her şey yolunda. Batonsuzluk sorun çıkarmıyor. Ancak ciddi bir yokuş da çıkmadım henüz. Toplam 1300 metre kadar ancak.

Buradan sonrası yeni bir parkur. 37nci kmde Seyir Terası var. 600 metrelik bir tırmanışla ulaşıyorum. 66 K koşucuları ayrıldığı için tenha artık ortalık. 4,5 saat oldu. Sorun yok. Hava ısınıyor ama, rakım yükseldikçe de rüzgar artıyor, uzun kollu üst ile devam ediyorum.

Sonrası yükseklerde iniş çıkışlarla gidiyor. Rüzgar sert. 52nci km’de, yaklaşık 1000 metre yükseklikteki Ahşap Teras’a ulaşıyorum. Toplam irtifa kazancı 700 daha artarak 2600’ü buluyor. Ancak teknik bir bölüm yok. Dik yerlerde bazen yerdeki sopaları baton olarak kullanmak istiyorum. Çok ağırlar, vazgeçiyorum.

İstasyona vardığımda görevliler çok yardımcı oluyorlar. Fazla seçenek olmasa da yeterli beslenme maddesi var. 14 km sonraki drop bag istasyonu daha zengin diyorlar.

Levent Alkışlar ile hemen hemen birlikte girmiştik. Yanında ilk 80 km’yi birlikte gideceği ekip arkadaşları da var. İlk 100 km yarışı kendisinin. Ancak çok iyi gidiyor, hiç yorgunluk belirtisi yok. Saat 15:00 gibi arka arkaya ayrılıyoruz.

220 metre rakıma kadar azalan uzun bir inişle 65nci kmdeki Dedepınar istasyonuna varıyorum. Buradaki kalabalık önce şaşırtıyor beni. Sonra anlıyorum yeniden 66 yarışçıları ile yollarımızın kesiştiğini. Onlar kestirmeden gelmişler, henüz 50 km civarındalar. Bu arada saat 16:30 olmuş. 9,5 saattir yoldayım.

Burada beklediğimin tersine diğer istasyonlardan fazla bir seçenek yok. Hatta sıcak su hazır olmadığından hazır çorba veya makarna da yok. Biraz kek alabiliyorum sadece. Gitmeden önce drop bag’den yeni jeller ve atıştırmalıklar atıyorum sırt çantama.

İnişin etkisi ile dinlenmiş durumdayım. İlk teknik bölümlere burada rastlıyorum, ama ilki sadece bir kaç yüz metre sürüyor. Ardından 3-4 km kadar asfalt-şose yollardan gidiyoruz. Sonra yeniden kısmen teknik alanlar başlıyor. Yine de koşulabilir yollar. Çok sert değil.

Sırayla yanlarından geçtiğim 66 K yarışçıları çekilip yol veriyorlar, tebrik ediyorlar. Çok seviniyorum. Aklıma 2 hafta önce Bodrum’daki yarış sırasında yaşadığım ilginç olay geliyor.

Ben single track bir orman yolundaydım. Dönüyordum. Bu yolu hem gidişte, hem de dönüşte kullanmıştık. Birden dar yolda karşıdan gelen nispeten yavaş bir kadın yarışçı ile karşı karşıya geldik. 20’li yaşlarında, sarışın genç biriydi. Yol vermek için durdum, mümkün olduğunca kenara çekilmek istedim, ancak yol kenarı çok bozuktu ve çalılardan görünmüyordu.

Yanımdan geçtikten sonra ayağımı yola doğru attım, boşa geldi, kaydı, dizim yere çarptı ve kanamaya başladı. Uzaktan seslendi “Are you allright” (iyimisiniz) diye. “Yes, no problem, thanks” (evet, sorun yok, sağolun) diye cevap verdim.

Aynı kişiyle ödül töreninde karşılaştım. Kısa bir süre İngilizce sohbet ettik. O arada yanımıza bir arkadaşı geldi, Türkçe konuşmaya başladılar.

Şaşırdım. “Türkmüşsünüz, niye İngilizce konuştunuz benle” dedim. O da şaşırdı, “Siz Türk müsünüz diye.

Gülerek “Baksanıza surata, sizin gibi yabancıya benzer halim var mı hiç” diye takıldım.

“Açıkçası size dikkat etmedim. Ancak zor zahmet yol verince yabancı olduğunuzu sandım” dedi.

Bir anda moralim bozuldu. Haklıydı ama çok üzüldüm. “Yolda birbirine saygılı davranan iki kişinin, bu nedenle birbirlerini yabancı sanması, bir Türk için utanç kaynağı” diye düşündüm.

Yani biliyorum, hiç kimse koşuyorsun diye sana saygı duymak, yol vermek zorunda değil. Uludağ’da, Kapadokya’da ve Bodrum’da Türk ve yabancı turistlerle karşılaştığımda gördüğüm farklı davranışlar keskin bir tezat oluştursa da, istemeyenlerin yol vermemelerini anlıyorum. Hatta yol vermek istememelerini bile anlıyorum.

“Arkadaş biz akşam üç kap yemek derdindeyiz, hıyarlar enerji yakacam diye koşturuyor…”

Medeni (kentli) ve bedevi (köylü) arasındaki sınır, ortaçağdaki gibi sur duvarları ile ayrılmıyor artık. Bunlar mental sınırlar ve harita ile çizilmiyor.

Kişi, kendisine sağlanan ekonomik güç ve güvenlik kadar medeni olabiliyor. Spor ayakkabısı aldığında çocuğuna okul ayakkabısı alamayacak birine; hava karadıktan sonra, hatta belki gün ortasında, koşu sporu yapmak için dışarı çıktığında illaki laf atılacak, hatta belki fiziksel şiddet görecek bir kadına, “spor yapmıyorsun, bu nedenle sporculara da saygın yok” demek ne kadar gerçekçi olabilir.

Yolun ortasında durup sırıtarak seni seyreden ve kısmen geçişine engel olan adamın yaptığı ne suç, ne günah, ne de yasak. Bir çeşit tepki göstererek bir parça rahatlıyor olmalı…

Ha!.. Şık bir davranış da sayılmaz. Doğru… Kolaysa gelir dağılımını düzeltin o zaman. Çok şık olur. Çok şık hareketler görürsünüz.

Ancak koşu yapanlar birbirine daha saygılı. Nedenini tam çözemedim. Kültür ve gelir düzeyi nispeten daha yüksek olanlar koştuğu için olabilir. Ya da koşu sporu insana empati yapmayı, sakin kalmayı, anlayışlı olmayı öğretiyordur.

Özellikle son zamanlarda koşanların sayısı arttıkça, anlayışlı davranışlar da artıyor. Şimdi arka arkaya kenara çekilip yol verip tebrik edenler moralimi düzeltiyor. Bununla yetinmek istiyorum.

Başlangıçta gençlere örnek olmak gibi biraz kaba, tepeden ve snop bir yaklaşım içindeydim. Zaman içinde onların bana örnek olduğunu anlayınca havam söndü. Sporun bana sağladığı en büyük değişiklik, insanlara, özellikle gençlere güvenmem oldu. Verdiğinden fazlasını istemezsen, hepsi son derece saygılı, güvenilir.

Hava yeniden kararıyor. Teknik alanlarda, ancak aşırı olmayan yokuş ve inişlerle, makul bir hızla gidiyorum. Yaklaşık 78nci km’de Çamlıbel istasyonuna varıyorum. Burada artık yemek yeme isteğim kayboluyor.

Eyvah diyorum içimden. Çok erken başladı. Yemezsem yakında duvara çarparım. Zorlamaya çalışıyorum, olmuyor. Biraz sıcak çay içiyorum, bir tane jel alıyorum, sonra yola çıkıyorum.

Burdan sonrası en teknik kısımlar gibi sanki… Yoksa geldiğim yollardan farkı yok da, yorulduğum için mi bana öyle geliyor acaba…

Bilemiyorum ama hava soğuyor, rüzgar artıyor, gücüm sürekli azalıyor. Baton olsa çok iyi olurdu şimdi.

Yavaş çıkışlar ve inişlerle Beyoba’ya varıyorum. 94 km. 15,5 saat oldu. Soğuk dayanılmaz artık. Görevliler yardım ediyor, yağmurluğumu da giyiyorum. Keşke tayt da olsaydı yedekte.

Yokuşlar tamamlandı sayılır. Teknik yollarda ilerleyip 102nci km’de Zeytinli’ye varıyorum. Gönüllüler tükendiğimin farkındalar. Bana moral vermeye çalışıyorlar. Uzunca dinlenip sonunda soğuğa çıkıyorum.

İçimden sıcağa geri dönmek geliyor. Gece yarısını geçmişiz. Sonrası asfalt yol ve yokuş miktarı sadece 150 metre kadar irtifa aldıracak. Tam hız yapma yeri. Oysa benim adım atacak halim kalmamış.

5 km kadar gidip Kızılkeçiliye varıyorum. Burada işaretler karışmış. Bir ok var, ters dönmüş gibi sanki. Reflektör parlamıyor çevrede. Bir kaç yolu deniyorum, kısa mesafeler gidip geliyorum ama hiç işaret göremiyorum. Sinirlerim bozuluyor, bir dükkanın önünde bırakılmış plastik bir koltuk görüyorum. Oturuyorum.

Son bir kaç km ama vazgeçmiş durumdayım. Kalsın. Yolu bulacak halim kalmamış. Arkadan birileri gelse onlara takılırım ama, muhtemelen benden sonra kimse kalmamıştır. Keşke sorsaydım.

Soğuktan titriyorum. Sıcak bir yerlere girmem gerekiyor ama yok. Telefon etsem de yardım mı istesem acaba.

Sonrasını düşünüyorum. Kalan ömrümü bunu açıklamakla geçiririm herhalde. 3-4 km düz asfalt yolu gidemeyip yolda kalan ultracı dede. Ne komik… Güya gençlere örnek olacak. Asla pes etmem diyene de bak… Git torununu gezdir sen, ne işin var dağda…

İyi de ben bunları hak ediyor muyum gerçekten. Böyle anılmak için mi triatlon yarışlarında öğlen sıcağında kavruldum, ultra yarışlarında gece ayazında dağ başlarında titredim.

Ben Afrika çöllerinde yanıp, Rusya buzlarında donduktan sonra, yanlış amaçlarla savaştığını anlayıp vazgeçen bir nazi subayı mıyım. Ben asla vazgeçmem.

Hırslanıp kalkıyorum. Yoldaki ok işaretine tekrar yakından bakıyorum. Ana yollara doğru çevrilmemiş olduğunu fark ediyorum. Sağımdaki iki bina arasına dönük. Evet, orada bir aralık var. Yaklaşıyorum, kestirmeden ilerideki bir yola bağlandığını anlıyorum. Az sonra yere düşmüş bir de işaret görüyorum. Devam ediyorum.

Dümdüz yolda hızlı adımlarla yürüyorum. Nadiren ısınmak için koşuyorum. Sonunda gece 02:30 gibi bitiyor.

Görevliler beni önce farketmiyorlar. Görünce hemen ayaklanıyorlar. Yeniden bitiş çizgisine döndürüp resim çekiyorlar. Yemek teklif ediyorlar. Aslında tek isteğim sıcak bir yere girmek. Otelin içine dalıyorum. Biraz da kaçıyorum. Milleti beklettim gece yarısı diye utanıyorum açıkçası. İznik’te sonuncu olduğumdan beri bu his yapıştı yakama, bırakmıyor.

Ancak sabah öğreniyorum, benden sonra da gelenler olduğunu. Vicdan azabım düzeliyor. 46 kişi başlamış, 36 kişi bitirmiş, 22. sıradayım.

Çıkarmam gereken dersleri gözden geçiriyorum.

Sürekli yarışlar, zamanla ciddi performans düşüklüklerine yol açıyor. Arka arkaya 4 yarışı zar zor bitireceğine, seçtiğin birini doğru düzgün bitir. Bu en önemli ders…

Sadece bitirme konusu değil, sakatlık riski de artıyor. Daha toparlanma bitmeden yeni bir yarışa başlamak eklemleri çok zorluyor. Kasların ve kemiklerin iyileşebilir. Yalnız sakın eklemleri riske atma.

Performans azaldıkça, spor sırasında gıda alabilme yeteneği de azalıyor. Bu erkenden duvar riski yaratıyor. Soğuğa karşı direncinizi azaltıyor. Hastalık olasılığı artıyor.

Ayrıca soğuk kış aylarında uygun giyinmek, yedek giysi taşımak çok önemli. Çantanızda uzun tayt, hatta şüphe varsa yağmur pantolonu ile ek bir üst kat daha taşımaya alışın. Azalan su yükü yerine bunları taşıdığınızı düşünün. Eldiven muhakkak bulunmalı. Yarışı yarım bırakmak dert değil, ciddi hasta olmak da var sonunda.

Yolda 3 km kala takıldım, mesafe az olduğu için toparlayabildim. Bu olay dağ başında ve uzun bir mesafede de olabilirdi. Yardım gerekebilirdi ve gelecek olanların ulaşması çok zaman alabilirdi. Yanınızda acil durumlar için su ve yiyecek rezervi olmalı. Termal battaniye veya minyatür uyku tulumu bulunmalı.

Baton, yokuşlarda kolları da devreye aldığından bacak kaslarının daha uzun süre dayanmasını sağlıyor. Son 10 km düz yolu yürümek yerine koşmamı sağlayabilirlerdi. Tavsiye edilir.

Hayat boyu eğitim ve öğretim sürüyor. Öğrenmenin iki temel yöntemi var. Tecrübe sahiplerinin anlattıklarından ders alarak, ya da bizzat deneme yanılma yoluyla.

Bu yılı gereksiz bu denemelerle geçirdim ben. Herkesin bildiğini tekrar deneyerek öğrendikten sonra, seneye daha tertipli, akıllı, aralıklı ve amaçlı yarışlara katılmayı planlıyorum.

Tabii şunları da unutmadan…

“İnsanlar plan yapar ve Tanrı onlara güler.”
Gabriel García Marquez, Yüzyıllık Yalnızlık

“Kendi planlarımızı yapıyorduk ama kaderin de planları olduğunu unutmuştuk.”
Fyodor Dostoyevski, Suç ve Ceza

güçlü metin

24 Beğeni

Bazı filmlerde olur, ilk dakikalarda son sahneyi ve geri dönüşlerle geçmişi anlatırlar.Yazıda ikinci kez yukarıdaki kısmı okuyunca final sahnesinden sonrası sandım.Kaleminize sağlık .

Son gelen kişi, son gelmiştir ama bekleyenlerin beklediğine değmiştir.Sürenin içinde sağlık sorunu olmadıkça mücadele etmiş kişidir.

7 Beğeni

Her zamanki gibi bir yarış raporundan çok daha fazlası.En az kaleme alan kadar okuyup anlayan kimselerinde alması gereken küçük derslerle dolu .Elinize sağlık

3 Beğeni

Teşekkürler bunu okumak iyi geldi.

2 Beğeni

Yine keyifle okudum, kaleminize sağlık.

2 Beğeni

Çok şey öğrendim. Müteşekkirim. Sevgilerimle

2 Beğeni