İDA 114K 3 Aralık 2022

İDA 114K ULTRA MARATON KOŞU RAPORUM

Büyük yarış gelip çatmıştı. 3 Aralık 2022 sabah 07:00’da start alacak büyük İDA 114k yarışı. Ama neden 114 km? Neden koşuyorum? Her çılgın koşumda aklıma bu fıkra geliyor:

Tavşanın biri ormanda koşarken, esrar saran bir zürafa görür:

  • “Dostum zürafa , içme şu meredi, sağlığına zararlı , koşalım form tutalım.” der ve başlarlar koşmaya.

Biraz sonra kokain çekmeye yeltenen bir fil görürler ve:

  • “Hafız, kokaini bırak, gel bizimle koş, beraber form tutalım.” deyip ikna ederler.

Biraz koştuktan sonra eroin enjekte etmeye hazırlanan aslanı görürler:

  • “Batırma kendine bunu, gel bizimle koş.” derler. Der demez:

Aslan tavşanın suratına yumruğu bir anda indiriverir. Hepsi şaşkın:

  • “Niye yaptın?, Biz, iyiliğini istiyorduk.” derler. Aslan da:

  • “Bu şapşal her ecstasy aldığında bizi ormanda deli gibi koşturuyor.” der.

Peki bana ecstasy kim vermişti? Evet arkadaşım Harun vermişti. Zehri bir daha da kanımdan çıkmadı.

Yarışa dönelim artık. Öncesinde kısa zamanda da olsa, hazırlıklarımı yapmıştım. Yarıştan önce, son 4-5 ay içinde 6 tane ultra koştum yani 42 km ve üstü. Taper dönemini doğru geçirdim. Beslenmeme, elektrolit alımıma dikkat ettim.

En son ise 2 hafta önce Bodrum’da 58km koşmuştum ve kendimi yarışa hazır hissediyordum. Dizim Kapadokya 63K’daki gibi bana sürpriz yapmasın diye dizimin yükünü hafifletmek için batonlarla yarışa katılma kararı aldım.

Planıma göre yarışa çok yavaş başlayacaktım ve o şekilde bitirecektim. 20 saatin altında bir bitirme hedefim vardı. Bu strateji zaten yarışa beraber katılacağım Harun Türk arkadaşımın da 66k stratejisine uyuyordu. Yarışlarımız aynı anda başlıyordu, ve 33. km’de parkurlar ayrılıyordu. Ben Şahindere kanyonuna doğru gidecek iken, O altınoluğa sapacaktı.

Ultra yarışlar, gerçekten çok detaylı yarışlardır aslında. Öncesi ve sonrası detaylı bir şekilde planlanmalıdır. Fiziksel hazırlığın haricinde, yarış öncesi beslenme, uyku düzeni, yarış esnasındaki beslenme, zorunlu malzemeler, destek malzemeler, dropbag, hepsi tek tek düşünülmeli. Ben de yarıştan 2 gece önce, tüm eşyalarımı ortaya serdim, ve tam 5 saatte ancak eşya hazırlığımı bitirebildim.

Cuma öğle vakti, Sakarya’dan Güre’ye doğru yola çıktım. Yarış kitimi teslim aldım. Bu esnada Ultra koşuların duayeni Kemal Kukul ile karşılaştık, selamlaştık. Koşu youtuber’ımız Fatih Topçu ile de selamlaştıktan sonra, dostum Harun’un evine doğru yola çıktım. Sağolsun ailesiyle birlikte beni karşıladılar, misafir ettiler. Destekleri için çok teşekkür ediyorum kendilerine. Göbek adı kömür olan tatlı bir kedicik de vardı evde ama bir türlü sevdirmedi kendini.

Arkadaşım Harun sağolsun, odamı koşuculara uygun düzenlemiş, içerdeki tüm koltuk, çekyat vs’leri açmış ki, eşyalarımı rahat rahat serebileyim diye J

Harun ve ailesiyle çok sıcak muhabbetten ve makarna&patates partisinden de sonra erkenden odama geçip, yattım. 8 saat uyumam gerekiyordu, çünkü önümde yaklaşık 30 saatlik bir uykusuzluk dönemim olacaktı. 20:00 da yattım, 21:30 da uyandım ve sonrasında uykum kaçtı. Ancak gece 01:00 civarında tekrar uykuya dalmışım. Saat 4 te Harun ile birlikte uyandık. Ben 2 tabak makarna, o tahin pekmez yedi. Ben 1 litre karbonhidrat ve elektrolitli su hazırladım. Yarım litre elektrolitli kafeinli su ve yarım litre sporcu içeceği hazırladım. Yiyecek olarak yanıma hiçbir şey almadım. CP (checkpoint)’lerde yeme içme işini hallederim diye düşündüm.

Bu arada dropbag çantamı da hazırlamıştım. Dropbag, yarışın 5. CP’si olan 65.km’deki Dedepınar mevkiinde olacak. Bu sebeple, saat 5:20’de fuar alanına gidip, dropbag çantamızı organizasyona teslim ettik. Oradan da 114K ve 66K yarışmacıları ile birlikte 4 otobüs ile Yeşilyurt köyüne doğru yola çıktık. Yaklaşık 6:30 gibi vardık. Bir tuvalet (bu arada hayatımda gördüğüm en güzel tuvaletin bir köyde olacağı hiç aklıma gelmezdi. Mumlar, tütsüler, içeri sürekli sprey sıkan tuvalet görevlisi, çiçekler ve rahatlatıcı doğa sesleri, zen sesleri ile içinden hiç çıkmak istemeyeciğiniz bir tuvaletti) molası verdikten sonra startı beklemeye başladık. Bu esnada Kaçkar Ultra 50K da tanıştığım Yavuz Selim arkadaşımı gördüm. Hayatımda katıldığım en kötü organizasyona sahip olan 2022 Kaçkar Ultrayı da kötü olarak tekrar anmış olduk.

Yarışa üzerimde 2 kat uzun kollu ile başladım. Yağmurluğumu ve bir uzun kolluyu da yanıma yedek aldım.

Yarışa tam saatinde başlandı. Yarışa 114K’dan 46 koşucu ve 66K’dan 106 koşucu yarışa beraber başladık. Hemen yarışın başında Bodrun Ultra’da kısa da olsa tanışma fırsatı bulduğum Mehmet Başaran ile karşılaştım. Selamlaştık. Sonradan öğrendim ki, O 66k’ya katılmış ve 2.CP’den sonra bırakmış. Mehmet’i yarışta 2 kez gördüm. İkinci görüşümde bir köyün girişinde oturmuştu. Beni görünce şaşırdı. “Sen beni geçmiştin dedi. Nerden çıktın böyle!” O an aklıma gelmedi ama Mehmet’ten ayrıldıktan sonra ihtiyaç molası verdiğim aklıma geldi J o ara geçmiş beni.

Biz Harun arkadaşım ile ilk CP’ye doğru ilerlerken, çok güzel rotalardan geçtik. Tan ağarmaya başlarken çok güzel manzaralar gördük, fotoğraflarını çektik. Dereler, köprüler, çamurlu yollardan geçtik. Bir ara önümüze traktör geldi. Traktör yolumuza girdi ve o kadar çamurlu yoldu ki, traktör bile kayarak gidiyordu ve geçecek yerimiz yoktu. Mecburen bir süre traktörün arkasından yürüdük. Kısa bir süre sonra traktör tarlaya girdi ve yolumuz açıldı.

İlk CP olan Adatepe CP’sine gelmeden Kerem ve Ender ile karşılaştık. Yanlarından geçerken, Kerem bize ayak uydurdu. Ender ise geride kalmıştı. Biraz zorlanarak ilerliyordu. Çok güzel bir köy olan Adatepe köyüne geldik. İlk CP’de standart, tuzlu bisküvi, kola, muz ve mandalina yedim. Biraz su içip yola çıktık.

Saat 10 civarında Mıhlı çayından geçtik. Harun suya direkt daldı J. Ben ayaklarımı ıslatmak istemedim. Daha önce Kaçkar’da Tekiner ile olan koşuda ayaklarımızı ıslatmıştık ve ayaklar uzun süre ıslak kalınca beyazlamış ve bayağı zarar görmüştü. Neyse, zor da olsa, taştan taşa zıplaya zıplaya karşıya ayaklarımı ıslatmadan geçmeyi başardım.

Sonrasında geçen seneki koşucuların çamurdan dolayı çıkamadıkları/çıkmaya zorlandıkları ve selin vurduğu yerlerden geçtik. İnsanların nerelerden nasıl karşıya geçtiklerini, nasıl zorlandıklarını kafamızda canlandırmaya çalıştık.

Mıhlı taş köprüden de geçtikten sonra, orman içine girip, 2. Cp’ye doğru yola çıktık. Yaklaşık 25.km’de Harun’a dizimin içinde bir problem hissettiğimi söyledim. Zaten söyler söylemez artık inişlerde yavaşlamalarım başladı. Kapadokya 63K’da yaşadığım diz problemim yeniden nüksetmişti. Yokuş yukarı problem yok, yokuş aşağı acı ile iniyorum. Kapadokya’dan sonra Bodrum 60K’da dizimi denedim ve problem olmamıştı. Burada da yarışa yavaş da başlasam problem yaşamaya başlamıştım. Isınmadan başlamadan dolayı olabilirdi. Ama kim bilir!

  1. CP’ye gelmeden, daha önce Tuz Gölü yarışında tanıştığımız Mehmet Döner’i gördük. Selamlaştık. Kendisi Tuz gölünde 160km koşmuştu. Biz de 40 km koşarken onunla tanışmıştık. Birbirimize başarılar diledikten sonra o hızıyla yanımızdan geçti gitti.

Yarış devam ediyordu. Sağolsun Harun beni yalnız bırakmadı. 26K’daki Doyran CP’sine geldik. Yine aynı şekilde biraz yiyecek biraz içecek aldıktan sonra, yanıma biri yanaştı. Ben sizi bir yerden tanıyorum dedi. Oradan mı buradan mı derken, “Hatırladım dedi. İznik’te karşılaşmıştık.” Ben de “Evet, beraber yanlış yola girmiştik” dedim. “Ben hala yanlış yollara giriyorum. Sıkıntı yok” dedi ve uzaklaştı J İlk patika yarışım olan İznik 25K’da son kilometreleri beraber koştuğum Ebru idi. Ebru ilerde bizi bir daha geçince, “sen ilerdeydin yine mi kayboldun” deyince, o da “maalesef evet” dedi J

CP’den ayrılır ayrılmaz hemen 7 km sonra yaklaşık 33K’da bir başka CP daha çıktı karşımıza. Bu CP artık, 66K ve 114K’nın yollarının ayrıldığı CP idi. Aslında biraz yukarıda olması gerekiyormuş ama yol yapımından dolayı aşağıya almışlar CP’yi. CP çabuk gelince, çok da fazla durmaya gerek olmadığını düşünen Harun yola hemen devam etti. Benim dizimde ağrı geçmemişti ve yürümekte zorlanıyordum. Ağrı kesiciyi dropbag CP’si olan 66K civarı alacaktım ama bu CP’de almaya karar verdim. 1 tane cataflam alıp, arkadan gelen Erdem ile tanıştım. Onda da ağrı başlamıştı. Ağrı kesici teklif ettim ama kendisinde de olduğunu ve ağrı kesici almayacağını söyledi.

CP’den hemen yukarı doğru dik bir yamaca doğru tırmanışa başladık. Yaklaşık 300 metre rakımdan 1000 metreye çıkacaktım. Ta ki Şahindere Kanyonu’nun zirvesine çıkana kadar. Yolda yine bir ihtiyaç molasında, arkada kalan Kerem bana yetişti. Batonlarını sürüye sürüye yukarı çıkıyordu. Neden batonları sürüyorsun diye sorduğumda, çok halsiz olduğunu, gücünün kalmadığını söylüyordu. Geçen sene de bu yarışa katılmış ve yaklaşık 88K’da yarışı bıraktığını söylemişti. 88K’da CP ye girince, dışarının soğuğuna alışamamış ve yarışa devam edememişti. Geçen sene bu yarış sağanak altında koşulunca, bunun normal olduğunu düşündüm. Zaten böyle hikayeler oldukça duyuyoruz. Yani CP eğer kapalı bir yerse sakın içeri girmeyin diye öğütlüyorlar.

Bu seneki yarışa hazırlanıp hazırlanmadığını sordum, ve bana hazırlanmadığını söyledi. Geçen sene de hazırlanmamıştı. Çok cesaretli gördüm kendisini. İnşallah bu sefer yarışı bitirirsin dedim ve yanından ayrıldım çünkü Kerem oldukça yavaşlamıştı. Telefondaki arkadaşına, “Bu yarışı bitirirsem jübile yapacağım.” diyordu.

Biraz ilerleyince, seyir terasına vardım. Seyir terasını geçtikten sonra tırmanma devam ederken saatimin şarjı azalmaya başladı ve daha önce ayarladığım bir tertibatla, powerbanki koluma sabitledim, oradan da kabloyu saate yönlendirdim. Artık tam bir robocop’tum, kablolar, batonlar, hücum yeleği, hortumlar. Kesinlikle bir robocop’tum artık. Bu moralle tam yola çıkacakken, yanımdan Erdem geçti. “Sen devam et ben sana yetişirim dedim.” O da ne! 3 dakikalık duruş benim dizimi de tamamen durdurmuştu. Ağrı kesicinin etkisi hiç yok gibiydi. Acılar ile yürümeye başladım. Yürüyünce dizim ısındı ve hafiften koşmaya başladım. İlerde başka bir seyir terasını gördüm. Gördüğüm anda Erdem’in seyir terasından ayrıldığını gördüm. Terastan bakmaya karar verdim. Ve muhteşem bir manzara ile karşılaştım. Vatanımız ne güzellikler ile doluydu. Gözlerim kanyonun görüntüsü ile bayram ederken, kulaklarım da aşağıdan gelen su sesi ile bayram ediyordu. Kanyonun dibi çok aşağılarda olmasına rağmen net olarak görünüyordu ama suyu bir türlü göremiyordum. Çoşkulu bir su sesi geliyor ama gözükmüyordu. Sonraları dikkatlice bakınca az da olsa görebildim. Kanyonu içime çektikten sonra, büyük bir moral ile sanki yarışa sıfırdan başlamışçasına harekete geçtim. O da ne! Durunca, yine aynısı olmuştu. Yürüyüşe başlamak eziyete dönüşmüştü. Zorla yürümeye başladım. Sonrasında diz ısınınca koşmaya başladım. Artık durmamaya karar verdim. Yokuş da olsa duramazdım. Sürekli koşma kararı aldım. Durunca hareketlenemiyordum. Bu da dizimi rahatlattı. İnişin eğimi az olursa sıkıntı yoktu, yokuşta da sıkıntı yoktu. Böylece devam ettim. Zaten önümde de hedef vardı. Erdem’e yetişebilir miydim? Kanyonun zirvesinden aşağı suyun dibine inene kadar kimse ile karşılaşmadım ve durmadan koşmuştum. Suyu görünce mecburen durdum. Suyu izledim ve dinlendim. Ama tabii ki dinlenme yine acılar ile yürümeme neden oldu. Neyse ki yine dizim bir müddet sonra ısındı ve hafiften koşmaya başladım. Artık yine yokuş vardı önümde ve duramazdım. Koştum koştum ki hiç huyum değildir yokuşta koşmak, hele ki bir ultra yarışında ilerisi için hiç iyi olmayacaktı. Neyse ki ilerde Erdem’e yetiştim. Nefesim de bitmişti. Sonraki CP’ye kadar durmayacaktım ama yürüyecektim. Zaten uzun süredir de yalnız koşmaktan sıkılmıştım.

Kanyonun artık diğer tarafına geçtiğimiz yerde bir seyir terası daha vardı ve Ahşap Teras CP’si buradaydı. CP tam 50. kilometrede idi. Rüzgardan dolayı çevresini kapatmışlardı CP’nin. CP’ye saat 16 civarlarında geldik. Sabah 4’ten beri mideme sağlam yemek girmediğini düşününce, burada karnımı iyice doyurma kararı aldım. Sağolsunlar bize kendilerine verilen çorbalardan ikram ettiler. Çay verdiler. Ama nedense benim en çok ilgimi kaşar peyniri çekti. Normalde yağlı diye CP’lerde hiç tercih etmiyordum ama sanırım midem artık sulu şeyler içmekten büzülmüştü ve sağlam bir şeyler yemek istiyordu. Kalıp kalıp kaşar peyniri yedikten sonra kendime geldim. Kerem ile birlikte gördüğümüz Ender de geldi. O da Erdem’in arkadaşıymış. Ben bu kadar çabuk geleceğini düşünmemiştim. O CP’de 5 dakika bile durmadan yola çıktı ki, ben ve Erdem tam yarım saat kalmıştık CP’de. Erdem ile tam yola çıkacakken Kerem geldi. Çok kötü olduğunu ve yarışı bırakmayı düşündüğünü söyledi. Gerçekten de kötü görünüyordu. Biraz dinlenmesi gerektiğini ve cut off süresine kadar direnebileceğini söylesem de yarışı bırakmakta kararlı gibi görünüyordu.

Erdem ile CP’den ayrıldık ayrılmasına ama benim diz resmen patlamıştı. Yokuş aşağı ilk adımımda bağırmaya başlamıştım. Erdem’e sen git dedim. Ben başımın çaresine bakarım.

Ben de hemen Kerem gibi yarışı bırakmayı düşündüm. Dizim hareket etmiyordu. Batonlarımı koltuk değneği veya baston gibi yapıp tek ayak üstünde gitmeye çalışsam da sağ ayağım arada yere değiyor ve yine bağırtıyordu beni. Sessiz bir ortamda dizimi hareket ettirdiğimde gıcırtı geliyordu. Daha 60 km vardı. Bu şekilde gidebilir miydim? 2 hafta önce 246 km’lik Spartathlon yarışını 7 kez tamamlamış olan Aykut Çelikbaş ile muhabbet etme imkanım olmuştu. İda 114k için bana tavsiyesi şu olmuştu. “Yarışta bazı anlar gelecek. Yarışı bırakmaktan başka çaren kalmayacak. Ama yarışı bırakma. Cut off’a kadar süren var. Bazen vücut birden kendine geliyor.” demişti. Ben de bu uyarısına uyarak, biraz ayakta bekledim. Sonrasında yine sek sek batonlardan yardım alarak, arada sırada bağıra bağıra yokuş aşağı indim. Bu arada hiç istemesem de 2. ağrı kesicimi içtim. Artık ısınma mı? ağrı kesici mi? bilemiyorum, yürümeye başlamıştım. Ama koşmak imkansızdı. Hemen hesaplar yapmaya başlamıştım. Saat 18:00 civarı hava kararmaya başlamış ve ben hala 65.km’deki Dedepınar dropbag CP’sine gelememiştim ki buranın da bir cut off süresi olduğunu bilmiyordum. Ben sadece yarış sonu olan cut off’u düşünüyordum. 24 saatte bitirmeliydim.

Tahminen 60 km gelmiştim ve 50 km kalmıştı. Süre ise 13 saatti. Saatte 4 km’lik bir yürüme hızı bana yetiyordu ve yarışı yürüyerek de olsa bitirmeye karar vermiştim. Hava artık iyice kararmıştı. İlk defa deneyeceğim kafa fenerimi taktım. Önümde, arkamda hiç kimse yoktu. Bir yandan sağdan soldan gelen hışırtılardan tedirgin olurken, diğer yandan da acaba bir ayı, kurt falan gelse koşabilir miyim diye içimden geçiriyordum. Neyse ki bunu test etmeye gerek kalmadı J

Saat 19’da Dedepınar’daki dropbag CP’sine ulaştım. Sonradan öğrendiğime göre buranın cut off süresi 19:30’muş. Dropbag CP’sinde üstümü değişecektim ama zamanımın kısıtlı olacağını düşünerekten sadece ayakkabı değiştirdim. Salomon Speed Cross 5 GTX’i Nike Pegasus Trail ile değiştirdim. Erdem de üstünü değişmiş, CP’den ayrılmak üzereydi. “İlerde dere geçişi varmış, istersen yanına yedek çorap al.” dedi ve ayrıldı. Ama ben almadım.

CP’de yiyecek olarak beklediğim neredeyse hiçbir şey yoktu. Önceki CP’de burada çok şey olduğu söylenmişti. Görevliye sorunca “66K’dakiler bitirdi” abi dedi. Tamam dedim. Görevli sonra bana kahve getirdi. Simit ile kahve içtim. Görevli bana “Abi durumu en sakin karşılayan sensin, her gelen bağırıp çağırdı, küfür bile duydum.” dedi. Küfür yakışmaz ama gerçekten kötü bir dropbag noktasıydı. Soyunma için uygun hiçbir alan, sağlık görevlisi, sıcak çorba ve yemek yoktu. Dropbag’imde olan pancar suyumu biraz içtim, kalanını da suluğuma koydum. Pancar suyu kanın oksijen taşımasını artırıyormuş. Uzun yarışlarda artık pancar suyumu da yanımdan eksik etmiyorum. İçine biraz da kaya tuzu veya himalaya tuzu atıp, yanıma alıyorum. (Sonradan öğrendiğime göre pancar suyunu yarıştan önce tüketmek gerekiyormuş.)

Ben CP’den tam ayrılacakken Razbonyalı çifti geldi. Başarılar dileyip yola koyuldum. Hava hala çok güzeldi. Saat 19:10’da CP’den 65.km’de ayrılmıştım. Önümde 12 saat ve gitmem gereken 45 km yol kalmıştı. Hala saatte 4 km hızla gidersem cut off’tan önce yarışı bitirebiliyordum.

CP’den ayrılır ayrılmaz, içinden dere geçen yola girdim. Ayakkabılarımı değiştirmem çok iyi geldi. Nike pegasus trail çok yumuşak bir ayakkabı ve dizlerimi ve ayak tabanlarımı çok rahatlatmıştı. Diğer taraftan CP’de durduğum için yine dizimdeki acılar başlamıştı. Bir yandan suya girmemeye çalışırken diğer yandan bağırmamaya çalışıyordum. Suya girmemek için çok çaba harcadım. Ama maalesef ayağım birkaç yerde suya girdi. Burada biraz işaretleri şaşırsam da sağa sola birkaç kez dönerek, yanlış yola girerek, sonunda doğru yolu buldum ve sudan kurtuldum. Resmen labirent gibiydi. Karanlıkta kafa feneri ile işaretleri görüyorsunuz ama gördüğünüz işaret bazen arkadaki işaret oluyor. Bu sebeple şaşırabiliyor insan. Neyse ki normal patikaya girmiştim. Ara ara yine dere geçişleri yaparak yola devam ediyordum.

Artık büyük çıkışlar olmasa da yine de tam 5 tane 300 metre üzeri tepeye çıkıp inecektik. Şimdiye dek toplam 3000 metre yükselti alıp, inmiştim. Daha toplam 1300 metre yükselti daha vardı. Çıkışlar değil de inişler düşündürüyordu beni. Yürümeye başlamıştım ama koşuya geçemiyordum bir türlü, sonrasında şöyle bir durum ile koşmaya başladım. Sol ayak ile koşuya başlayıp, sağ diz durdurunca, değişik bir yürüme koşma modeli gelişti, öyle öyle derken koşmaya başladım ama durmamam gerekiyordu.

Saat 21:30 civarı 75.km’de Tahtakuşlar’dan geçerken öyle güzel bir disko müziği geliyordu ki, sağıma baktığımda 200 metre aşağıda bir disko vardı. Yarışı burada bıraksam ne olacaktı ki! Sonra düşündüm, dans edecek gücüm mü vardı? Zehri almıştık bir kere, tekrar yola koyuldum. Dans edecek gücüm yoktu ama 35 km daha koşacak gücüm vardı J. Neyse ki en azından diskonun müziği 2 saatlik yalnız, karanlıktaki koşuma bir anda girip, can sıkıntımı azaltmıştı.

Sonraki CP olan Çamlıbel CP’sine kadar sürekli zeytin bahçelerinden geçtim. Arada sırada artık telefonum çekiyordu. Durumumu merak eden babam, eşim, çocuklarım ve arkadaşlarım ile görüştüm. Saat artık geç de olmaya başlamıştı. Sonradan öğrendiğime göre bazı arkadaşlarım sürekli CP geçişlerimden yarışı bitirip bitiremeyeceğimi anlamaya çalışmışlar. Yardıma ihtiyacım olursa diye de sabaha kadar uyumamışlar.

Nihayet ağrılı dizimle Çamlıbel CP’sine geldim. Bir okulun bahçesiydi sanırım. Dışarıda varilde ateş başında bana tarhana çorbası, makarna ve kahve ikram ettiler. O kadar iyi geldi ki. Tarhana da makarna da yediğim en iyi tarhana ve makarna idi. Emeği geçenlerden Allah razı olsun. Servis yapan arkadaşların Akdeniz Üniversitesi öğrencileri olduğunu öğrendim. Hepsi de kendilerinden beklenenin üstünde bir hizmet peşindeydiler. Bu CP’den ziyadesi ile memnun kalmıştım. Orada son savaşçı olduğumu söylediler. Nasıl yani dedim. Arkamda başkaları da vardı önceki CP’de. Arkanızdakiler cut off’a yakalandılar dediler. O zaman anladım ki, her CP’nin cut off’u var. Ama nedense yine panik yapmadım. Bu CP’nin cut off’una 50 dakika var dediler. O rahatlıkla çıktım yola. Ateş başından kalkar kalkmaz hemen bir üşüme geldi. Nasılsa yürü koş ile ısınırım deyip, yürümeye başlasam da titremeyi durduramadım bir türlü. Hemen yağmurluğumu giydim. Kapşonumu da çektim, o da rüzgara karşı iyi gelmişti kulaklarıma ama çok hışırtı yapıyordu. Çantamın arkasındaki yumuşak beremi taktım kafama. Kulaklarım bayram etti. Geç kalmışım demek ki. Neyse, yine önce dizi yürüyerek ısıttım. Hızlı yürümelerle ve hafif koşularla Güre’ye geldim. Bundan sonra 300 metre üzeri 3 tepem kalmıştı. Artık ayağımın altındaki su toplamalarını çok daha acılı hissediyordum. Ayağımı her basışta bir acı vardı ayaklarımda. Ama diğer yandan bundan sonra rotada yerleşim yerleri de olacağından dikkatim dağılır ve acılarımı fazla hissetmem diye düşünüyordum.

Güre sanki beni bekliyormuş gibi, sürekli yanımda arabalar durmaya başladı. Merkezde, siyah bir Mercedes yanaştı. “Abi bugün koşu var galiba, istersen seni biraz yukarıya bırakayım.” dedi. “Yok sağol.” dedim ama sonra acaba binse miydim diye de düşünmedim değil. 500 metre gitmemişken bu sefer karşıdan beyaz Mercedes geldi. Camı açtı, kısa saçlı bir bayan arkadaşımız, benim şeride kadar gelerek, “Tebrik ediyorum. Çok iyisiniz.” dedi. Gitti. Bir tebrik almak da biraz motive etti. Neyse Güre’den Beyoba’ya doğru yola çıktım. Asfalttan giderken yine bir araba bana doğru yaklaştı, yaklaştı, yaklaştıkça yavaşladı ve bir anda arabanın içindeki 5 çift gözün gözleri açık şekilde bana baktığını gördüm ama araba birden hızlanıp gözden kayboldu. Nasıl bir ruh halindelerse artık, önce beni nasıl bir yaratık diye merak ettiler sanırım. Sonra da korkup kaçtılar sanki. Neyse, yola devam. Karanlıkta asfalt yoldan yokuş yukarı sol şeritten çıkıyorum. Yine bu sefer arkamdan bir araba durdu. Nasıl gidiyor diye bir ses geldi şoförden. İyi dedim. Baktım yanında da Fatih Topçu. Selam nasılsın dedi. Organizatör ve Fatih Topçu arkada kalanlara bakıyorlarmış J yani en arkada kim var onu merak etmişler. Gel biraz götürelim seni diye takılsa da Fatih, organizatör asla olmaz dedi J. Kendi kendilerine gelin güvey olduktan sonra, ben yine yokuş yukarı çıkmaya devam ederken, bu sefer yine aynı araba karşıdan geldi. “Ya sen yanlış yoldasın, aşağıda bir yerden sola sapmalıydın.” dediler. Ben aşağı inmeye başladım, bu sefer yine karşıdan geldiler. “Biz sapağa baktık, hemen 100 metre aşağıda” deyip, beni bilgilendirdikten sonra başarılar dileyip yukarı doğru gittiler. Ben de o arada rotaya baktım. Meğer, asfalttan gitseymişim, biraz ileride yarış rotasına yine bağlanacaktım ve kestirme olacaktı. Keşke beni görmeselerdi dedim J. Sanırım yaklaşık 500 metre fazladan yol almıştım.

Sağdan patikaya girdim ama nasıl bir yol anlatamam, 40 dereceye varan dik bir yol. Sanki bir ATV yolu gibi, ama yoldan sel akmış, artık ATV bile zor geçer o yoldan. Devrilme ihtimali yüksek. Yollar hep zeytin dolu. Bu zeytinler neden yollarda, biz markette dünya para veriyoruz zeytine. Buraya gelene kadar yollarda milyon tane zeytin görmüşümdür. Bir yanda geçim zorluğu, bir yanda bolluk. Neden böyle? Üzülmemek elde değil. Bu zeytinler neden toplanıp, ekonomiye kazandırılmıyor? Kafamda zeytin soruları ile kendimi yine biraz meşgul ettikten sonra inişe geçmiştim. İnişte asfalt yola bağlandım. Saat gece yarısını geçmişti. Artık çok sıkıldığımı hissettim. 5 saattir bir koşucu görememiştim ve sürekli karanlıkta ilerliyordum. Zaten sonuncuydum, arkadan gelen olmayacaktı. Ancak ben birine yetişebilirdim ki, ben de zaten cut off’a oynuyordum. En yavaş halimle ilerliyordum. Yani sabah 7’ye kadar yalnız koşacaktım. İşin kötüsü, hava karanlık, kafa fenerinin ışığının harici bir şey görmek oldukça zor. Bu psikolojiye tam da kendimi alıştırmışken, 100 metre ilerde önümde bir adam ilerliyordu. Değişik bir yürümesi vardı. Üzerindeki kıyafetlerden, bir ormancı gibi, çöpçü gibi bir hali vardı. Gece yarısı işçisi, ne yapıyordu acaba. Neyse, biraz da meraktan koşa koşa yanına yaklaştım, bir baktım ki, bir koşucu, merhaba dedim. Kafa salladı. Yabancı galiba dedim. “Hello!” deyince, “hello!” yanıtını aldım. Karşılaştığım kişi, İran’dan 9 arkadaşı ile İDA’ya yarışa gelmiş, 4 arkadaşı 114K’da diğerleri 66K’da, İran’lı bir inşaat mühendisi Shayan’dı. Sonradan derecelerine bakınca gördüm, yarışa iyi başlamış. 10. sıralardan en geriye düşmüştü. Artık son demlerini yaşar gibiydi. Biraz muhabbet ettik. Onu çekmeye çalıştım. Onun hızına düştüm. Biraz kötü durumda olduğunu hissedince, antreman yaptın mı dedim. Biraz dedi. Bundan önce en uzun kaç koştun dedim. 25 km dedi. Tabii ki anladım problemini. Yeterince uzun koşmamıştı. Ve vücut bu uzunluğa hazır değildi. Beyoba CP’sine az kalmıştı. En azından oraya kadar eşlik edebilirdim. Biraz sonra karanlıkta bir su sesi gelmeye başladı. Yürüdükçe sesin gümbürtüsü artıyordu. Sanki bir sel üzerimize geliyordu. Bir köprüye geldik. Köprüde sağa sola fenerle bakarken, ne göreyim, kocaman bir şelale neredeyse başımın üstünden aşağı dökülüyor. Tabelalardan Sütüven Şelalesi olduğunu öğrendim. Debisi çok yüksek çok gürültülü, çok heybetli ve korkutucu bir şelaleydi. Ne yazık ki fotoğraf çekmeden ayrıldık şelaleden. Hemen sonrasında Beyoba CP’sine geldik. Burada bir bina içine girdik. 2 çok iyi görevli bizi karşıladı. Hemen yardıma başladılar. Bize sıcak çorba, makarna, kahve verdiler. Benim dizime, Shayan’ın ayak bileklerine hem içeri girişte, hem çıkışta soğutucu ağrı kesici sprey sıktılar. Tahminen 10 dakika kaldıktan sonra yine son savaşçılar olduğumuzu ve iyi göründüğümüzü söylediler. Bize yolu gösterip, başarılar diledikten sonra ayrıldık CP’den. Shayan yürümeye başlamakta oldukça zorlandı, çok yavaştı. Cut off’a 40 dakika kalmıştı. Hızlanmazsa cut off’a kalacaktık. Biraz hızlanıp, beni takip etmesini bekledim ama beni takip edemedi. Yine yanaştım Shayan’a. Bitmişti artık. Yaklaşık 95.km civarlarındaydık. Artık 15 km’si kalmıştı. Burada bırakmamalıydı. Biraz cesaret verdim ama kar etmedi açıkçası. Cut off var dedim. Azıcık hızlanalım ki cut off’a yakalanmayalım desem de, o artık yolunu seçmişti. Ben mecburen cut off’a yakalanmamak adına hızlandım. Onu arkada bıraktım. Ara ara arkama baksam da artık fenerinin ışığını bile göremiyordum.

Mehmetalanı köyüne geldim. Burada yine yolumu şaşırıp, 100-200 metre kadar fazladan yol aldım. Tam yolumu bulmuşken bir baktım ki, Shayan geliyor. Bekledim onu yine. Saat 4:30 gibi son CP olan Zeytinli CP’sine geldik. Belediye binasının girişi gibi bir yerde bize yine, çorba ve kahve yaptılar. CP’nin cut off’una 20 dakika kala CP’den ayrıldık. Bize 8.5 km’miz kaldığını söylediler. Bunu Shayan’a söylediğimde bana itiraz etti. Yok dedi 3.5 km kaldı. Bak saatim 111.5 km gösteriyor dedi. Shayan’a bir türlü derdimi anlatamadım. Yolda peşimize bir köpek takıldı, beyaz heybetli bir köpekti ama cesareti bakımından Rintintin gibiydi. Diğer köpekler havladıkça bacaklarımın arasına girmeye çalışıyordu. Artık bir üçlüydük. Ben, Shayan ve rintintin. Kızılkeçili köyüne geldik, Shayan yine haritasına bakıp, yarışın bittiğini, Güre’de olduğumuzu söylüyordu. Sanki cut off’a takılmak istiyor gibiydi. Kafa gitmişti iyice. İkna edip hızlandırmakta zorluk çekiyordum. Neyse ki Kezılkeçili tabelalarını gösterince ikna oldu.

Artık 5 km’miz kalmıştı. Arada Shayan’ı koştursam da önden gitsem de gidecek gücü yoktu.

Artık son metrelerdi ama bir türlü bitmek bilmiyordu sanki. Bir yandan metreler geçmiyor gibi ama diğer yandan da her adımda mutluluk hormonu serotoninin vücuduma girdiğini hissediyordum. Son metrelerde Shayan’a ben sonuncu olucam, sen önden git dedim. Tamam dedi. En önde rintintin, arkasında Shayan, arkasında ben bitiş noktasına girdik. Sonunda 114Km’yi, 4300 metre (kaçkar 3937 metre, kartepe 1601 metre, Ağrı dağı 5137 metre) yükselti alarak, 23 saat 16 dakika koşarak, 27 saatlik uykusuzluk ile bitirmenin mutluluğu her ikimizin de gözlerinden okunuyordu. Ben “çak” dedim. O “give me 5” dedi. Anlaştık ve çaktık J Güzel fotoğraflar çektiler. Madalyamızı, polar montumuzu gururla aldık. Çorbamızı suyumuzu verdiler.

Yarışa 46 kişi başlamış, 36 kişi tamamlayabilmişti. Ben ve Shayan son savaşçılardık. Ben sonuncu olmak istesem de sanırım yarış startına arkadan başladığım için resmiyette Shayan’ın 2 saniye önünde bitirmiştim yarışı.

CP’de 5 dakika kadar oturup, iletişim bilgilerimizi de aldıktan sonra Shayan ile ayrıldık. Ama rintintin ne olacaktı. Ona çaktırmadan otele girmem gerekiyordu ki, maalesef beni gördü. Otel kapısına kadar geldi. Ben hızlıca girip, vicdan azabı ile kapıyı kapatırken bana baktı ve pek de beni üzmemek için hemen arkasını dönüp gitti. Kim bilir bu kaçıncı hayal kırıklığı idi.

Dropbag ile arabama gittim. Arabaya oturduğumda yaklaşık 28 saatlik uykusuzluğum vardı. Üşümemek için arabayı ısıttığımda, hemen uyku bastırdı ve uyumadan hemen eve gidip yatmalıydım. Toplamda 30 saat uykusuzluk ve müthiş bir tükenmişlik ile birlikte yatağa ancak sabah saat 9-10 gibi girebildim. Girmeden önce ayaklarıma baktığımda, sol ayağımdaki su toplamaları biraz daha derinin altında kalmıştı. Ama sağ ayağımdaki su toplaması çok ilginçtir ki, artık ayağımın altında değil, baş parmak ve yanındaki parmağın arasından yukarıya çıkmıştı. Demek ki ayağınız su toplarsa ve üzerine 40 km boyunca basarsanız, su yukarı çıkıyor.

Yaklaşık 6 saat uyuduktan sonra ki hiç beklemiyordum, sağolsun Harun bana bir şeyler hazırlamıştı. Kahvaltımızı ettik. Proteinimizi aldık. Yine çok güzel bir aile sohbetinden sonra artık yola çıkmam gerekiyordu ve akşama doğru Sakarya’ya doğru yola çıktım.

Yolda aklıma Bursa’daki efsane restoran Uzan Et Lokantasında protein takviyesi almaya karar verdim. Saat 22’de yemeğim bitti ve arabaya oturdum. Çok ilginçtir. Sadece 2 saat araba kullanıp, evde olacaktım ama bedenim gitmek istemiyordu. Uykusuzluk yoktu ama yorgunluk vardı. Ayağım gaza basmak istemedi. Ve restoranın önünde arabada biraz dinlenip eve öyle gitmeye karar verdim. Sonuç? Sabaha kadar uyumuştum arabada, resmen sızmıştım. Sağa, sola döne döne sabahı etmiştim. Ve direkt işe gittim.

Dizim çok kötüydü, 6 gün zor yürüdüm. 6 gün merdivenlerden inerken ağrı ve acı çektim. Bu sürede doktora da görünmedim ve 1 hafta sonunda dizim eskisi gibi iyi olmuştu.

Ayrıca sağ bacağımın dizden aşağısı şişmişti ama ben ancak çorabın lastik izini görünce farketmiştim. İlk gördüğümde bacağım kırıldı falan sandım. Çorabın lastiği o kadar içeri girmişti ki, hayatımda başıma ilk defa böyle bir şey geliyordu. Tahminimce dizindeki sakatlıktan dolayı vücutta ödem oluşmuştu ve sonunda ödem de yaklaşık 3 günde dinmişti.

Bu yarıştan öğrendiklerim:

1- Vatanımız çok güzel. Aklıma ilk İstiklal marşımız ve Atatürk’ün gençliğe hitabesi geldi. Vatanımızın değerini gençlere çok iyi anlatmalıyız.

2- +100K yarışlarından önce mutlaka fiziksel olarak tam olduğunuzdan emin olmanız gerekiyor. Kaslar, bağlar, antrenman. Bunların tamamlanmadan yarışa girilmesi sizi çok zorlayacaktır.

3- Önceki yarışlarda (Ortalama nabız 150) sürekli 25K’dan sonra diz altındaki yorgunluktan dert yanıyordum. Bu yarışta yorgunluk olmadı çünkü, dizim beni yavaşlatmıştı ve nabzım düşmüştü (Ortalama 135). Bu da hem laktik asit birikimini engelledi, hem de sindirim hızımın enerji sarfiyatımı yakalamasını sağladı diye düşünüyorum. Uzun koşularda, yorgunluk hissetmemek için 150’nin altında bir nabzı hedeflemek mantıklı olacak gibi görünüyor.

4- İlk defa gece koşusu yaptım. Kafa feneri olarak Energizer Hdc323 vision Hd+ kullandım. 350 lümen ve fiyatı çok uygundu (11 euro civarı-214 TL). Sadece 1 set pil değiştirdim. Maksimum lümende piller 4 saat gidiyor.

13 Beğeni

Klavyene, bacaklarına sağlık Zeki Hocam. Seninle birlikte koşmak çok keyifliydi. Çok da güzel anlatmışsın :wink:

1 Beğeni

Belki tüm diz ağrısını artıran yada öne çeken bu zıplamalar olabilir. Okurken bedenim yoruldu. Çıkışlardan daha sıkıntılıymış inişler, güzel tecrübe ve ruh halleri sundu yazınız.Dizlerinize sağlık .

Beraber koşmak ve tanışmak çok güzeldi :slight_smile:

1 Beğeni

Teşekkürler Fatih. Koştukça, kötü tecrübelerle öğreniyoruz bir şekilde bu işi :slight_smile:

1 Beğeni