Yeni bir yarisimiz olmus.
https://www.efeleryoluultratrail.com/tr
24 - 25 Mayıs 2025, Izmir
Parkurlar 5K - 80K arasi. Herkese gore bir parkur var demisler kisaca.
Yarisi Argeus duzenliyor. Mayis ayindaki ikinci yarislari oldu.
Yeni bir yarisimiz olmus.
https://www.efeleryoluultratrail.com/tr
24 - 25 Mayıs 2025, Izmir
Parkurlar 5K - 80K arasi. Herkese gore bir parkur var demisler kisaca.
Yarisi Argeus duzenliyor. Mayis ayindaki ikinci yarislari oldu.
2900₺ ila 4800₺ arasında değişen fiyatlar. O da erken kayıt olunca. Kaybeden ülkenin koşu kültürü olacak. Sadece parası olan gelsin diyorlar belliki. Üzücü…
Ben bu yarışı heyecanla bekliyordum, çünkü Bozdağ’da küçük bir meyve bahçem var ve yaz aylarında vaktimin önemli bir bölümünü bu bölgede geçiriyorum.
Geçen hafta henüz rotalar, ücretler filan açıklanmamışken sitedeki iletişim bölümüne yazdım ve rota bilgilerini, yarış takvimini sordum. Kendilerine yarış takvimi bana uygun olmasa bile gönüllü olarak destek verebileceğimi söyledim. Siteden bana şu yanıt geldi, Yarış her sene Ekim ayının ikinci veya üçüncü hafta sonuna tarihlenmektedir. Kayıtlar Ocak 2025’te duyurulacaktır.
Bahar dönemine başka planlarım vardı. Bu sene izler, belki gönüllü olur seneye katılmayı düşünebilirim bu durumda.
Bu fiyatlar sürdürülebilir değil. Trail yarışlar bu ekonomide ne kadar gider bilemiyorum. Çok yazık benim gibi bu paraları veremeyecek yüzlerce koşucu mağdur olacak.
Merhabalar, takvimci başı olarak, Cappadocia UT kit teslimi masalarındaki broşürleri ile ilk tanıştım organizasyon adı ile. (Algıda seçicilik ) Sonra tesadüfen yarış sabahı otostop yaparken bu ekip beni araçlarına aldı, kendileri ile bizzat tanışmış da oldum. Sanıyorum beni epeydir bu kadar heyecandıran yeni bir yarış olmamıştı. Ekim ortasından beri de Runbo takviminde yer verdik. Ekibin arkasında Argeus var. İlkler belki riskli ama güzeldir. İç güdüm güzel olacak diyor… hatta şartları zorlayıp Bozdağ zirveden geçen 50K’ya diktim gözümü…
Bence yeni bir döneme giriyoruz, farklı deneyim sunan, bu paraya değer (ucuzun ve makul fiyatın olmadığı bir dünyada, ucuz pahalı ekseni bir kriter olmaktan çıkacak) yarışlar ayakta kalacak…
Hayırlısı olsun tekrar.
Çok ilgimi çekti ve gitmek istedim ama toplam harcamayı ve özellikle lojistiği düşününce vazgeçmek zorunda kaldım. Umarım güzel bir organizasyon olur.
Bu vesileyle efeler yolu ekibini de kutlarım, pasaport fikriyle, sitesiyle ve uğraşlarıyla harika bir iş çıkarmışlar.
argeus bir şey deniyor galiba bu ücretlerle. Umarım deneyleri iyi sonuç vermez.
Tarih ve kayıt konusunda Cappadocia hakkında bilgi vermişler sanırım. Aynı ekip düzenliyor, organizasyon iletişim mail adresi aynıysa Cappadocia’yı soruyorsunuz sanmışlardır.
Argeus bu işi hakkıyla yapan bir ekip, 2025 yılı maliyetleri daha belli değil iken fiyatlar şimdi yüksek gelebilir ancak tahminim kapadokya’da bu rakamlara yakın çıkacaktır.
Tahminim birçok organizatör bu fiyatları baz alıp 2025 çalışmalarını yapacaktır.
Efeler Yolu Ultra
Bu sene şans eseri UTMB kurası çıkınca yarış programımı biraz değiştirmem gerekti. Orta mesafe ve yoğun tırmanış içeren bir yarış ararken tesadüfen Efeler Yolu Ultra Trail yarışından haberim oldu.
Bu yarışta bana uygun olabilecek 50 K ve 82 K uzunlukları vardı. 50 K, biraz kısa geldiği için, 82 K yarışına kaydoldum. Amacım 65 kilometrelik bir simülasyonla 4.000 metreye yakın tırmanış yaparak UTMB’nin yaklaşık ilk üçte birlik kısmını simüle etmek. Sonrası yokuş aşağı zaten, o kısmı boş ver. Gitsen de olur gitmesen de…
Yarışa başlamadan Efeler Yolu hakkında biraz bilgi de edindim. Osmanlı’dan öncesine, hatta milattan öncesine dayanan bir tarihi olan kadim bir dağ yolu. Ege Üniversitesi, Kültür Rotaları Araştırma Grubu (KÜRAG) tarafından 2019 yılından beri sürekli geliştirilen bir proje. Sonrasında önce yürüyüş parkurları belirlenmiş, bu sene de ilk arazi yarışı düzenlenmiş.
Önceden uyarıyorlar. Zor bir parkur. Tümü zor veya orta zor sertlikte geçiyor. “İyi ya işte” diye düşünüyorum. “Tam bana göre…”
82 K yarışı, 24 Mayıs 2025 Cumartesi, sabah 04:00 te başlıyor. 22 kişiyiz startta. Katılım azlığı sadece yeni bir parkur olması değil. Başka zorluklar da var. Örneğin başlangıç noktasına ulaşım çok pratik değil. Toplu taşıma kullanma olanağı kısıtlı.
Birgi, her ne kadar gittikçe daha çok beğenilen bir köy olsa da, gelenlerin çoğu günü birlik turistler. Çoğunlukla bir kahvaltı ve çevre gezisi sonrası ayrılıyorlar. Konaklama yerlerinin kapasitesi de yeterli değil.
Daha can alıcı bir nokta, yarış ücretinin ortalamadan oldukça yüksek olması. Bu konuda yorum yapacak bir bilgim yok. Muhtemelen öytle gerekiyordur. Yarış öncesi ve sonrası partilerde yapılan ikramlar, parkurlardaki masalar, dağıtılan tişört ve yağmurluk oldukça kaliteli ve yeterli. Verilen ücreti karşılıyor olabilir.
Ancak açıkçası benim artık ne madalya, ne yağmurluk, ne de tişört koyacak boş yerim bile kalmadı. Seçeneğim olsaydı, bu ikramlar yerine, daha ucuz bir opsiyonu tercih ederdim. Yine de yorum yapmam doğru olmaz. Belki dağıtılanlar ücretsiz sağlanmış hediyelerdir, bu ücretler de gerçekten masrafı ancak karşılıyordur. Sonuçta yerleşim merkezlerinden çok uzaklardaki bir parkurda bolca eleman yerleştirilmiş istasyonların idamesi zor.
Saat tam 04:00’te, kafa lambaları ile, oldukça uzun sürecek bir yokuşu çıkmaya başlıyoruz. Amacım kendimi tartmak. Yavaş başlıyorum. Pek nabzımı artırmadan 7 km mesafedeki ilk istasyona varıyorum. Buraya kadar sürekli çıkış olmasının dışında bir zorluk yok. Toplam 500 metrelik bir tırmanış. Ciddi bir zorluk görmüyorum.
İstasyondan sonra 1-2 km fundalık araziden geçiyoruz. İlk bir km biraz dik. “Herhalde asıl parkur başlıyor” diye geçiyor içimden. Ancak sonrası yine patika. Toplam 450 metre tırmanılan bir 7 km daha.
Beklediğim zorlukları bulamadan 14. km’deki Ovacık istasyonuna varıyorum. Bu istasyona varmak için 4 saat süre vermişler. Bakıyorum, daha 2 saat olmuş. Biraz şaşırıyorum. Bu arada hava aydınlanıyor ve ısınmaya başlıyor. Suyu bolca içip her iki suluğu tepeleme dolduruyorum. Yola çıkıp flaskları yerleştirmeye çalışıken, birinin başlığındaki çekirdek fırlayıp gidiyor. Başlıyorum yerlerde aranmaya. Bulmadan yola çıkmam anlamsız. Bu sıcakta susuz gitmenin mümkünü yok.
2-3 dakika sonra Azeri vatandaşı İgor yanaşıyor, ne olduğunu soruyor. Sonra benimle birlikte 2-3 dakika daha arıyor ve parçayı buluyor. Çok teşekkürler ediyorum. Önümüzdeki dik yokuşu tırmanıyorum. Dik ama kısa. 500 metrede 120 metre tırmanıyoruz.
Sonrası güzel bir ormanlık patikada geçiyor. Çoğu iniş olan ağaçlıklı, kısmen teknik bir parkur. 4 kilometrede 200 metre kadar iniş sonrası Gölcük gölünün sahil yoluna ulaşıyoruz.
Hala ciddi bir teknik alan görmedim ama, gerçekten çok güzel alanlardan geçtim. Göl manzarası çok çok güzel. 2 kilometreye yakın bu düz parkur hem yorgunluğumu alıyor, hem de planlarımı bozuyor. Çok daha yavaş olmalıydım, farkında olmadan hızlanmışım.
Göl kıyısından ayrılıp bir yokuşa vuruyoruz yine. 4 kilometre boyunca 300 metre tırmanıyoruz. Çoğunu yürüyorum. Aslında hepsini yürümem gerekiyordu. 1370 metreye tırmandıktan sonra 200 metre inerek Tekke istasyonuna giriyorum. Burası için 6 saat vermişler. Sürem 4 saate yaklaşmış.
Hava çok sıcak. Asfalt bir yolu yokuş yukarı koşarak çıkıyorum. Bozdağ kayak merkezinin, üzerinde “girmek yasaktır” yazan kapısından içeri giriyorum. Çevremde hiç yarışçı göremiyorum. Yol hala asfalt. Pek dik de sayılmaz.
Sonra 27. km’de, yamaç paraşütü alanına giden toprak bir yola dönüyoruz. Biraz dik ve toprak bir yol. Yine de teknik bir özelliği yok. Yürüyerek devam ediyorum. İstasyondan 7 km sonra, yaklaşık 700 metre tırmanış bitiyor ve 2 kilometrelik hafif iniş sonrası Bozdağ kayak Merkezine ulaşıyorum. 8 saat cut-off süresi var. Beş buçuk saat civarındayım. Biraz oturuyorum.
Görevlilerle sohbet ediyoruz. “Zor değil mi?” diye soruyor biri. Ne desem ki. Kırmamak için “Evet” diyorum. “Gerçekten çok zormuş.”
Sonra bir diğeri araya giriyor. “Aslında buraya kadar ciddi bir zorluk yoktu. Asıl yarış bundan sonra başlayacak. Devam edecekseniz ona göre karar verin.” diyor.
“Yok, bırakmam şimdi. Ben devam edeyim.”
İçimden de “Haaa!” diyorum. “Bunlar fragmanmış…”
Oyalanmaktan vazgeçip yola çıkıyorum. Yol ne zaman teknik olacak diye gözüm ileride, elim tetikte.
Yol nispeten biraz daha bozuk ama, teknik olmaktan çok uzak. Fazla bir yokuş da görmeden, yavaşça yürüyerek 11.5 km gidiyorum, Süner Çiftliğindeki 5. istasyona ulaşıyorum. İniş de çıkış da 400 metre kadar. 10 saat süre verilmiş. Bu kadar yavaş gitmeme rağmen daha 7 buçuk saat olmadı. Berabere biten maç gibi. Biraz canım da sıkılıyor. Öğlen sıcağı basıyor. Güneş deli gibi tepemde parlıyor. Ağzım burnum kuruyor. Suyum zor idare ediyor.
Benzer bir yoldan devam ediyorum. Bir özelliği yok. 9 km gidip Karakoyun Yaylası istasyonuna varıyorum. 300 metre çıkış, 400 metre iniş yapmışım bir önceki istasyondan beri. Patika yol tarzında. Toplamda yol 53 km, tırmanış 2800 metre oluyor. 12 saat süre vermişler, henüz 9 saat olmuş.
Biraz motivasyonumu kaybediyorum. Hani zorluklar yaşayacaktık. Mübarek tartan pist gibi. Bu pek simülasyona benzemedi. Bıraksam mı acaba diyorum içimden.
İstasyondaki gençler neşeli ve konuşkan. “Abi,” diyorlar, “saat 13 oldu. 18’den önce zirveye varamazsan diskalifiye olursun. Bırakmayacaksan acele et.”
Şaka mı yapıyor diyorum içimden.
Demin bırakmayı düşündüğümü tamamen unutup hırlıyorum. “Niye bırakayım yahu şimdi. 10 kilometre sonra zirve. 5 saatte çıkamayacak mıyım.”
“Yok abi, çıkarsın, tamam da, acele et diye şey ettim”
Diğerlerinin gözlerindeki ciddiyetten nem kapıyorum. Galiba sonrası farklı. Numara kağıdına bakıyorum. Zirve 11.5 km uzakta ve 800 metreden fazla tırmanış var.
E, olsun. Yapmadığımız bir şey değil ki.
Yine de çıkıyorum yola. Huylandım biraz.
İlk 1 km yoldan gittikten ve çeşme başındaki 2 azgın çoban köpeği ile dalaştıktan sonra, sağa doğru bir dağcı tırmanışına başlıyorum. Rüzgar aşırı artıyor. Rüzgar dert değil de, işaretleri sökmüş atmış. Rotayı saatten takip etmek zorunda kalıyorum, çok zaman harcatıyor.
Parkur gittikçe sertleşiyor, teknik hale geliyor. Merdivenden daha dik, kayrak taşlı araziler, çarşak zeminde 100-150 metrelik zorlu inişler, yüzlerce metre süren ve toprağı görmeden gidilen sık fundalık geçişleri başlıyor. Yılan soksa uğraş dur. Rakım da 2000 metreye yaklaşıyor. Nefes almak zorlaşıyor.
Neden sonra ileride yukarılarda bir bayrak görüyorum. “Tamam işte” diyorum, “zirve burası olmalı. Gerisi toprak yoldan iniştir kesin”.
Batonlara dayanıp ıkına sıkıla zirveye ulaşıyorum. Hayır. Sonrası toprak değil. Adım atacak yer derdine düştüğünüz bir iniş başlıyor. 50 60 metre anca iniyoruz ki, yol yine yokuş yukarı oluyor. Az önce kenarından geçtiğimiz bir tepe. Bu sefer de onun zirvesine ilerliyor bayraklar.
“Hoppala” diyorum. “Madem çıkacaktık da burayı, ne demeye indik yahu…”
Her neyse. Çıkamayacağım bir yokuş değil ya. Yavaş yavaş tırmanıyorum. Oksijen azlığı etkilemeye başlıyor. Sipsivri duran heybetli tepesine ulaşıyorum. Çevremde ovalar ve diğer tepeler var. Son derece teknik bir arazide adım adım inmeye çalışıyorum.
100 metre kadar alçalıp yeniden 2000 metreye indiğimde yol beni bir başka sarp araziye taşıyor. Bir küçük tepecik çıkıyorum, bakıyorum, ileride Bozdağ Kayak Merkezinin zirvedeki telesiyej istasyonu. Belki 200 metre yüksekte. Bayraklar oraya doğru gidiyor. Yani üçüncü kez mi çıkacağız zirveye. Asıl zirve bu muymuş.
Çaresiz yola düşüp tırmanmaya başlıyorum. 10 dakika sonra uzaktan, sağımdan doğru birinin sesini duyuyorum. O tarafa doğru ilerleyince düzgün bir yol görüyorum zirveye çıkan. Elindeki batonu artık taşıyamayan, bileğine takmış sürüye sürüye gelen bir yarışçı, yavaşça tırmanıyor düzgün yolu.
İçimden bir panik dalgası geçiyor. “Boşuna mı çektim bu sarp arazinin derdini. Yolu mu kaçırmışım.”
İyi de önümde bayraklar var. Saatin haritası da doğru yol olarak gösteriyor. Devam edip zirveye ulaşınca soruyorum.
“Haaa, Onlar 50 K yarışçısı. Sizlerden değil.”
İyi bari. Elle gelen düğün bayram.
Saate bakıyorum. Zirveye çıkmam, 12 kilometreyi aşmam tam 4 saat sürmüş. Haklıymış istasyondakiler. Saat 17 olmuş. Toplamda 65 kilometre, 3900 metre tırmanış ve 13 saat.
Eh bazı fikirler verdi. Örneğin “Boş ver istersen, bu performansla hiç başlama” gibi. Ya da, “UTMB için çok daha fazla çalışman gerekiyor” gibi…
Neyse… Anlayacağımı anladım. Gerisi hem iniş, hem umurumda değil. Bırakayım mı diyeceğim, kendime yediremiyorum. Yavaş yavaş ineyim bari diyorum. Fazla oyalanmadan inişe geçiyorum.
İnişin ilk 5 kilometresi de teknik parkur tarzında. Sonrası patika inişi. Sorun olmadan bitiyor. Yolda suluğumu tamir eden İgor’u yakalıyorum. Onu geçmek istemiyorum, konuşa konuşa yolu tamamlıyoruz. 84 km, 16 saat 36 dakika.
Ertesi gün 60 yaş grubunda tek kişi olduğum için kürsüye çıkıyorum. İzmir valisi Süleyman Elban tarafından madalyam takılıyor.
Yarışa valilik düzeyinde ilgi olması çok olumlu. Bu parkur muhtemelen bundan sonra daha yaygınlaşacak, belki sübvanse edilecek, kapadokya gibi ünlenecek. Amatör trail koşucuları ve doğa yürüyüşü yapan gezginlerin ilgisini daha çok çekecek, katılım şartları düzelecek, konaklama olanakları artacak, bölgeye ekonomik olarak da faydası olacak.
Yine de gönlümden bir sızı gelip geçiyor. Kapitalizmin ezdiği bir diğer amatör ruh olacak. Her şey ticari olarak değerlendirilecek. Sporcu değil artık müşteri olacağız.
Ne yazık ki bundan kaçış yok. Hiç olmazsa doğaya en yakın gezinti alanları olarak kalacak bu bölge. Buna da şükür.
Buradan sonra, kendinize ‘sen miydin parkur kolay diyen, al sana simulasyon’ dediğinizi duyar gibi oldum Fatih hocam .
Ayaklarınıza sağlık. UTMB’de başarılar dilerim.
Maratonu iptal eden İzmir valisinin madalya takması… ‘Şehiriçini boş verin, gelin burada koşun’ demek istemiş sanırım.