Baştan belirtmemde fayda var, sporla ilgili akademik bir derecm yok veya doktor değilim, koşuya bu sene gönül vermiş bir master yüzücüyüm, aşağıda bahsettiğim konular okuduğum akademik değeri olan makalelerden çıkarımlarımı ve pratikteki uygulamalarımı içermekte, arzu edenlerle araştırma ve/veya makale bağlantılarını paylaşabilirim:
Bu konu aslında bir kaç yönden irdeleniyor akademik camiada: metabolik evre, CO2 salınımı, vücut ağırlığı, eklemlerin ve büyük kas gruplarının efor sırasındaki asit eşikleri veya PH seviyeleri gibi.
vücudu yağ yakımına adapte etmek, aslında düşük karbonhitratlı beslenmeyle mümkün değil. buradaki esas faktör düşük glikojen depoları nedeniyle beynin yağ depolarına (nabız seviyesine göre proteinlere) yönelmesi ile alakalı.
burada eksik bilinen mekanizma ise protein>amino asitler>glikoz süreci yani glikojenez, bu bir hayatta kalma metabolizması. yani vücut yağ yakımına adapte olamadığı için ihtiyaç duyduğu glikozu kaslardan ve kandaki serbest amino asitlerinden sağlamaktadır.
ancak vücudu efor öncesi ketojenik metabolizmaya sokmak ise, vücudu (ve özellikle beyin ve sinir sistemini) glikoz yerine yağlardan elde edilen ketonları enerji kaynağı olarak kullanmasını sağlıyor.
bu sene iki yüzme yarışına düşük-karbonhitrat diyetiyle katıldım, biri 6,5KM istanbul boğazı, diğeri de 6,5KM Çanakkale boğazı yarışı. Koşularda olduğu gibi yüzme yarışlarında efor sırasında beslenme ve takviye alma şansınız olmuyor (genellikle), ancak buradaki avantaj ise yüzmede nabız koşuda olduğu gibi yükselme şansı yok (efordaki kas grupları ile alakalı) nabız seviyesi 2. ve 3. seviyede kalması haliyle yağ yakımına daha elverişli bir durum bu.
Ancak koşuda 4. ve 5. nabız seviyesinde iseniz, kendi deneyimimden yola çıkarak bu kanaate vardım, düşük-karbonhidrat diyeti tek başına yeterli değil. en son 15KM istanbul yarışını metabolik ketosisde koştum (kahvaltımda 5gr karbonhidrat vardı örneğin) tüm yarışı 180 nabızla koştum (bu benim max eşiğim) ve herhangi bir sıkıntı yaşamadım ve gıda veya su takviyesi almadım, önceki eforlarımda böyle bir performans alamamıştım.
kısacası metabolizmanın nasıl çalıştığını da incelemek gerekiyor, standart beslenme (yüksek karbonhidrat) koşullarında yapılan atlet araştırmalarından elde edilen yağ yakma kas yakma oranları her metabolik durum için geçerli olmayabilir.
CO2 salınımı:
aynı enerji ihtiyacı için yakılan glikoz moleküllerinden, yağ hücrelerine oranla daha fazla CO2 salınımı oluyor. bu çok önemli bir konu, koşucu astımı gibi hastalıkların nedeni efor sırasında kardiyovasküler sistem kandaki bu yükselen CO2 seviyesini düşürmek için yeterli olamıyor. kalp ve ciğerler çok daha fazla efor sarfetmesi gerekiyor, nabız yükseliyor ve kalp kaslarının yorulması ile efor düşüyor.
bununla başetmenin iki yolu var, yukarda bahsetmişler, düşük nabız seviyelerinde yüksek performans göstermeye vücüdu alıştırmak yani kardiyovasküler sistemi geliştirmek. diğeri de vücudu yüksek nabız seviyelerinde de yağ yakmaya alıştırmak, ketojenik metabolizma ile.
Vücut ağırlığı:
Düşük-karbonhidrat diyelrinde glikojen depoları yeterli dolulukta olmadığı için vücut kas hücrelerinin osmotik basıncının düşmesiyle daha az su tutuyor. tamamen farazi bir örnek 80 kiloluk bir erkek vücudunda 2kg daha az su tuttuğu için bu durum da eforuna yansıyor. uzun yarışlarda toplam yaptığı iş (yani bir noktadan diğer bir noktaya taşıdığı yük azaldığı için) azalıyor.
Asit eşikleri veya PH seviyeleri:
yukarıda bahsetmiştim, daha az CO2 kaslardaki PH değerinin de düşük kalmasını sağlıyor, bu da ağrı eşiğimizi yükseltiyor, aynı durum eklemlerimizde de geçerli oluyor. Yüksek nabız seviyelerinde oksijenin daha verimli kullanılması anaerobik eşiğin yükselmesiyle birlikte laktik asit eşiğinde yükselmesi vücudumuzu (kaslarımızı ve eklemlerimizi) bir seviye daha fazla zorlamamıza ve daha iyi bir performans almamızı sağlıyor.