Bir kızılderili koşucunun hikayesi: Billy Mills

Merhaba arkadaşlar,
Bundan 20-25 yıl önce bir koşucunun zaferini anlatan bir film izleyip onun üzerine bir yazı yazmıştım. Belki ilginizi çeker. Şimdi eskimiştir artık ama, o zamanlar ben filmi çok beğenmiştim.
(Ve şimdi filmi yazsam farklı yazarım :))) )

Nedir diye önceden öğrenmek isterseniz, filmi, bu mesajın en altındaki depar videosu özetliyor, o deparı yapan kızılderili koşucunun hikayesi.

AMERİKALI BİR KOŞUCU

Geçenlerde bir film izledim. Ne yönetmenini, ne oyuncuları ne de filmin adını hatırlıyorum. Ama filmden biraz söz edersem belki izlemiş olanlar hatırlarlar. Film gerçek bir hayat hikayesine dayanıyor. Yanlış hatırlamıyorsam Mills adlı bir genci anlatıyor.

(Not: Sonradan öğrendim: Running Brave (1983) filmi… filmde anlatılan koşucu ise Billy Mills. Filmi izlemek isteyenler devamını okumasın.)

Mills bir kızılderili, bir Siyu… Hani şu kovboy filmlerinde gördüğümüz ünlü Siyu’lardan. Ama tabii artık eskisi gibi çadırlarda yaşamıyorlar. Pantolon, gömlek giyiyorlar ve çocuklarını okula gönderiyorlar. Yalnızca bazı törenlerde eskisi gibi giyiniyor, tüylü başlıklar takıyor ve bir totemin çevresinde dans ediyorlar.


Mills bir lise öğrencisi. Lisede hızlı koşmasıyla dikkat çekiyor. Kendi kendine hep şunu tekrar ediyor: “Koşmayı çok seviyorum”.

Kırlarda, dağda, bayırda yelelerini savuran bir at gibi koşmak ona büyük mutluluk veriyor: “Şu tepeye doğru koşayım. Şu tepeyi aşayım. Şu bayırdan aşağı doğru kendimi bırakayım. Ciğerlerimin, kaslarımın çalışmasını dinleyeyim”

Lisede bir yarışta beş bin metreyi Amerika rekorunun yalnızca bir saniye altında bir sürede koşunca bütün dikkatler Mills’in üzerinde toplanır. Lisedeki hocası yarış sırasında tesadüfen orada bulunan bir üniversite koçuna Mills’i tavsiye eder. Koç Mills’i almak istemez. Çünkü o bir kızılderili. Yanlış anlaşılmasın: Koç ırkçı falan değil, aksine, kızılderilileri çok seviyor ve onları kolluyor. Ama onun da bazı deneyimleri ve bu deneyimlerden çıkarttığı bazı ilkeleri var. O daha önce de çok yetenekli kızılderili öğrenciler görmüş ve onları alıp çalıştırmıştı. Ama hiç birisi büyük şehre uyum sağlayamamış ve büyük bir kısmı da ikinci ya da üçüncü yıllarında, hatta bazıları okulu bitirmeye az bir süre kala, geriye, kabilelerine dönmüşlerdi. Koçun odasının duvarlarında hala bu büyük yeteneklerin bazılarının fotoğrafları durmaktadır. Israr üzerine Koç, istemeye istemeye Mills’i kabul eder.

Olağanüstü yetenekli Mills… Hızlı Mills… Hem de en hızlısı. Koç ondan çok şey bekliyor, ama önce eğitilmesi lazım. Takım olarak katılacakları yarışlara hazırlanmaktalar… Bir antrenman koşusu… Mills kendini zorlamadan, arkadaşlarıyla birlikte bir ileri bir geri koşuyor. Ara sıra şakacıktan yarışlar yapıyorlar.

“Şu direğe kadar, tamam mı?”

“Tamam”.

Bir arkadaşı Mills’i geçer. Mills gülümseyerek arkadaşına takılır: “Çok iyi, çok iyi, ama bence daha hızlı olmalısın”. Olayı izleyen koç hemen Mills’i yanına çağırır.

“Neden seni geçmesine izin verdin?”

Mills şaşırır,

“Ama bu sadece bir antrenman koşusu.”

“Sence o da öyle mi görüyor?”

“E, evet, herhalde.”

“Bak sana ne diyeceğim. O senin rakibin. Pistte arkadaş yoktur. Bir daha böyle bir şeyi görmek istemiyorum.”


Günler geçiyor. Mills çok iyi bir koşucu ve bunu her yarışta kanıtlıyor. Okul birincisi olur. Derken okullararası yarışmada da birinci olur. İpi göğüsler göğüslemez geri dönüp diğer okulun yarışmacısı olan bir diğer Siyu arkadaşının ikinciliğini kutlayıp onu teselli ettiğinde koçtan yine bir uyarı alır: Bu çocuk beyinsiz, zor öğreniyor.

Mills kısa bir süre sonra eyalet birincisi olur. Gazetelerde resimleri çıkar, onunla ilgili haberler yayınlanır. Pek çok şirket de artık ünlü olan bu simayı kadrosunda çalıştırmak için peşindedir. Mills bir firmayla anlaşır ve diğer öğrencilerin çoğu gibi okulla birlikte işi de yürütmeye başlar.

Mills zaferden zafere koşuyor. “Ama yanlış koşuyor” der koç. “Evet, evet: Mills yanlış koşuyor. Yapması gereken yarışın ta başında en öne geçmek ve birinciliği bir an bile kaptırmamak. Yarışı hep önde sürdürmek. Çünkü böyle yaptığında arkandaki koşucunun cesareti kırılır. ‘Onu asla geçemeyeceğim’ der içinden. ‘Bir daha ki yarışa geçerim’ der. Bunu rakibe dedirtmek lazım. Ancak onun cesaretini kırarsan onu yenebilirsin. Oysa Mills ne yapıyor? Hep ya arkalarda ya da ortalarda koşuyor ve sonradan atak yapıp ipi göğüslüyor.”

“Ama böylece bütün yarışı izleyebiliyorum, kim ne yapıyor görebiliyorum.”

“Geç bunları Mills. Sana öğrettiğim gibi koşmalısın. Onlara üstün olduğunu her an hissettirmelisin.”

Bir yarış daha. O da ne? Mills üçüncü oldu. Bu bir sürpriz. Herhalde iyi bir gününde değildi.

Koç: “Ama diğer herkes iyi günündeydi.”.

Moral sıfır. Aradan bir kaç ay geçer. İkinci bir koşu ve Mills beşinci. Yıldızı sönmektedir. Çalıştığı şirket kendini toparlamasını, aksi takdirde onunla ilgili projelerini yeniden gözden geçireceklerini üzülerek belirtir. Ama elden ne gelir? Artık başaramıyor, artık gücü yetmiyor. Mills dehşet içinde şunu farkeder: “Koşmayı sevmiyorum”

Evet, bir zamanlar sevdiği için koşuyordu ve başarıyordu. Ama şimdi kendisine öğretilen tarzda bir rekabetle barışık yaşayamıyordu. Rekabet için yarıştığında koşmayı sevemiyor ve sevmeden koştuğunda başarılı olamıyordu. Okulu bıraktı… Diğerleri gibi…


Mills kabilesine geri döndüğünde otobüsten iner inmez küçük bir kızılderili çocuk yanına yaklaşır:

“Sen Mills değil misin?”

“Evet. Sen beni nereden tanıyorsun?”

“İşte şurdan.”

Çocuk cebinden gazete kupürünü çıkartıp gösterir: Mills’in fotoğrafı.

Mills ailesini görür, kabilesiyle özlem giderir. Tam tam çalar, dans eder. Kırlarda koşmaya başlar Mills. Çıplak bir at gibi. Özgürlüğü hisseder. Böyle koşmayı seviyor. Kimse başına bir taç ya da boynuna bir madalya koymasa bile böyle koşmayı seviyor. Madalyayı değil koşmayı seviyor.


Benim filmin anlatmak istediğim kısmı bu kadar. Evet, benim için önemli olan buraya kadar ki kısmıydı. Bu çocuğun hayat hikayesinin bir film olması, insanların öykünün buraya kadar olan kısmının dahi yeterince ilginç olduğunu düşünmelerinden kaynaklanmıyor. Hayır, Mills 1964 Tokyo olimpiyatlarında şampiyon olduğu için hayatı filme alındı.

Mills bütün kabilesinin kendisinden şampiyonluk beklediğini görür ve onları onurlandırmak için donanmaya girer. Çünkü donanma Mills’e rahat antrenman yapacağı olanakları sunmayı kabul etmiştir. Olimpiyatlara katılır. Favori olmak bir yana, onun elemeleri geçmesi, kariyerindeki en önemli adım olarak kabul edilir. Nitekim yarışın sonuna yaklaşıncaya kadar da insanlar böyle düşünür. Mills bu sefer -işte bu sefer- istediği gibi koşmaktadır. Ortalarda koşmakta ve yarışın gidişini izlemektedir. Kim ne yapıyor? Kim ne zaman atak yapabilir? Ve muhteşem bir deparla öne geçer. Ama diğer koşucular rekabeti yeterince bilmektedirler. Bir omuz darbesiyle sendeleyerek en arkaya düşer. Ve ardından ikinci bir depar. Herkes şaşkınlıkla bu geriden gelen Siyu’yu izliyor, geriden gelen Siyu’nun herkesi geride bırakarak ipi göğüslemesini. Mutlu son.


Peki ya koçun odasının duvarlarında fotoğrafları duran diğer kızılderililer? İsimlerini bir tek koçun hatırladığı ‘mağluplar’?
Kızılderililer hemen hemen tüm ilkel topluluklar gibi rekabetten çok dayanışmayı yücelten toplumlardı. En hızlı olanla gurur duyabilirlerdi, ama en hızlı olanın bununla gurur duymaya hakkı yoktu. Ya da en azından bunun onu diğerlerinin üstünde bir yere yerleştirmesine izin verilmezdi. Rekabet bir oyundan ibaretti. Söz gelimi Mills birinci olduğunda geri dönüp diğer Siyu’nun omzuna elini koymasa kabilesi onu ayıplardı. Bu ahlaki bir tavırdı.

Koç’un odasındaki resimler şunu anlatıyor: Sıradan insanların dünyası en zayıfların dünyası değildir. Orada uyumsuzlar, inkâr edenler de vardır… reddedenler, oynamayanlar. Sürekli olarak karşılaştırılmayı sayısallaştırılmayı, istatistiklere konu olmayı, derecelendirilmeyi ve elenmek kadar elemeyi de, alçaltılmak kadar yüceltilmeyi de reddedenler. Mağlubiyetten çok galibiyete ısınamayanlar. Mills gibi, birinci olduğunda ikinciden neredeyse özür dileyecek bir ruh haline sahip olanlar. Her şeyin araçsallaştığı bir dünyada hala bazı şeyleri kendi oldukları için sevenler. Mesela koşmayı… Sağlığa iyi gelir diye değil. Koşmanın belli bir amacı yok. Koşmanın kendisi bir amaç. Koşmanın kendisi güzel.

Yani bence şampiyonlar yarışa katılanların şampiyonudur, bu sözünü ettiğim reddedenlerin ise zaten şampiyonlara pek ihtiyacı yoktur. Güzel filmdi.


Şuraya filmin konusunu oluşturan o muhteşem deparın görüntüsünü de koyayım.

8 Beğeni

Film İngilizce olarak Youtube’ta varmış. (Teşekkürler @fatihboyaci)
Türkçe altyazılısı var mı bilmiyorum, sanırım bulunur.

3 Beğeni

Yazı, hikaye,koşu ve eminim film harika.
Tokyo olimpiyatlari videosu youtubedan aç denildiğinde youtube üzerinden izleniyor.Ve bir sürpriz, koşunun başında gözüken Türk atlet Muharrem Dalkılıç (@spinodal’ın Ankara’daki pistine hatıras, adı verilen atlet.Tamam hepimizin pisti ama stravadan aşinayız Muharrem Dalkılıç pistini görmeye).
@adilB bu film sessiz bile izlenir, yazıya dile gerek yok👍

6 Beğeni