Adana Backyard Ultra 2024 Yarış Raporu(msu)

Öncelikle bu yazının bir yarış raporundan fazlası olacağını belirtmem gerekiyor. Hem koşucu hem destekçi, hem de izleyici olarak ayrı ayrı tecrübe ettiğim Adana Backyard’ı farklı bakış açılarından dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Yazı, henüz çiçeği burnunda bir koşucu olarak ultra mesafelerin en garip yarışlarından birine neden ve nasıl kayıt olduğum andan yarışın sonuna kadar olan süreci özetleyecek.

İlk olarak koşuya Haziran 2023 ayında başlamış ancak tabiri caizse bu işin ineği olmuş biri olduğumu belirtmem gerek diye hissediyorum. Okuduğum tüm kitaplar, izlediğim tüm belgeseller, dinlediğim tüm podcastler arasında ise nabzımı en çok yükselten hep backyard üzerine olanlardı. İsteyebileceğim her şeyi barındıran bir türdü bana göre, Adana’dan sonra bunda yanılmadığımı gördüm. Neyse, hikayeye biraz başından Manavgat’tan başlıyorum.

3 Şubat St. Paul 22K parkurunda bir adım sağımız uçurum, öteki tarafımız kanyon duvarı uygun adım ilerliyoruz. Grubun temposunu tarif edecek kelime temkinli, herkes pürdikkat. Bir süre böyle ilerledikten sonra canım sıkılıyor ve önümdeki koşucuya ayakkabıları hakkında birkaç soru soruyorum. Yanlış bir adımda kendimizi Köprülü Kanyonun dibinde bulacağımız bu tek sıra patikada laf lafı açıyor ve kendimizi kanyondan ayrılıp parkurun iniş bölümünün başladığı kısma doğru geçmiş buluyoruz. O noktada gruptan ayrılıyorum ancak yalnızca ayakkabılarını bildiğim bu koşucunun yüzüne bakmayı ihmal ettiğim gibi ismini sormamış olmaktan da oldukça pişmanım.

Ancak yarışın üstünden çok geçmeden sosyal medyada rastladığım bir gönderinin o koşucuya ait olduğunu anlıyorum. Ahmet abi (DNS - Organizasyona destek oldu) ile ismen tanışmamız böyle oluyor. Aralıklarla gerçekleşen yazışmalar iyi dilekler vs derken Adana Backyard’dan bahsedip davet ediyor. O tarihte yarıştan zaten haberdarım ve koşu topluluğumuz Antalya Running’in hocası Mehmet Zeki Sarı’nın (28 Tur DNF) kapısını ne olur gidelim diye aşındırıyorum. Ancak ne olumlu ne olumsuz yanıt alabilmiş de değilim. Hal böyle olunca daha fazla beklemeden o içten ve reddedilmesi mümkün olmayan daveti kabul ediyor ve 14 Martta kaydımı yaptırdım. Ahmet abi ile yarış sonrasında konuştuğumuzda “Tevafuk” diyor, katılıyorum.

Kaydımı yaptırdığımı koşu grubuna atıyorum ve tak diye “Selçuk kaç tur atar?” anketi açılıyor. Bunu yalnız gideceğim yönünde yorumlayarak biraz da buruk bir şekilde yolculuğumu planlamaya başlıyorum.

İşin doğrusu Mehmet Hoca’nın gitmek istediği her halinden belli. Adana hakkında son konuşmamızda “Rekabetçi bir backyard koşmak için konsepti tecrübe etmemiz gerekiyor.” diyorum. Bu cümle ne kadar etkili oldu bilmiyorum ama 24 Mart tarihinde bir gruba eklenmemle her şey değişiyor. “ADANA KEBAP TEAM 6 Nisan”. Böylece hocayla beraber grubun altı üyesi (Eda 2 Tur DNF, Serkan 1 Tur DNF, Pınar 3 Tur DNF, Birgül 3 Tur DNF, Mervin 4 Tur DNF) ve Manavgat’dan koca yörük Ali Kansu’nun da (35 Tur - Finisher) kayıt yaptıracağını öğrenip tabiri caizse delicesine seviniyorum. Kendi gidiş planımı iptal edip “Ekip nerede, ben orada!” şiarıyla her şeyimi en baştan planlıyorum.

5 Nisan cuma günü nihayet yola çıkıyoruz. Her şey biraz derme çatma. Bazı gerekenler gerektiğinden çok, bazı gerekenler hiç yok. İlkin günahı olmaz diyerek sıkış tıkış bagajlarımız ve iki araçla kırmızılarda börek poğaça alıp verdiğimiz inanılmaz keyifli bir yolculuğun ardından Adana’ya varıyoruz. İlk saatler biraz tatsız, hem restoran hem otelde sinirlerimiz test ediliyor. Ancak imdadımıza Ahmet Abi yetişiyor ve bize pamuk gibi olacağımız bir yer ayarlıyor. Akşam gezmesi, nehir kenarı kahvesi derken keyifler yerinde, dönüp durmaya hazırız!!

6 Nisan, sabah 06.00’da uyanıyor hazırlıkların ardından 07.05’te alana geçiyoruz. Ahmet abi henüz yok ama @Alpin, Yarış Direktörü Berna Hanım ve Antalya Running kıdemli üyesi Naciye Hanım oradalar. 8 kişilik otağımızı kurarken (ve yarış boyunca) hiçbir desteklerini esirgemiyorlar.

Organizasyon yönünden tek kriz henüz işin başında belediye tarafından tahsis edilen mobil tuvaletlerden erkek kısmının gereken bakımı görmemiş olması neticesinde yaşanıyor. Bu durum start alanında yer alan gençlik spor tesisi tuvaletinin koşuculara açılması ile kısmen telafi ediliyor ve aklıma @Alpin 'e “İlk organizasyon, sevabıyla günahıyla” dediğim geliyor. Bugün dönüp baktığımda organizasyon yönünden günah olarak değerlendirebileceğim düzeyde tek aksiliğin de bu olduğunu görüyorum.

Yarışa geçmeden önce yarış hedefimden ve nasıl belirlediğimden bahsetmek isterim. 10 aydır koşan biri olarak haftalık hacmim 40 km ve arazide en uzun mesafem aralık ayında Antalya’da koşulan 1000 metre yükseklik kazanımlı 31K Geyikbayırı Trail (3 saat 47 dk), yolda ise Runtalya Yarı Maratonu (1 saat 45 dk). Hedef olarak gerçekçi kalmaya çalışsam da 12 turda yer alan ITRA puanının gözlerimi kamaştırdığını itiraf etmeliyim. Koş dinlen ile hacmimin iki katına çıkmam muhtemel görünse de yarışa başlamadan kendi kendime bir karar verdim. Hedef 8 Tur, 8. turdan sonra iyi hissettiğim her tura çıkacağım, 12 üst sınır.

Hasılı, nihayet yarış alanı hazır, herkes hazır, başlangıç çanı bekleniyor. Alanda Akdeniz şeridi ağırlıkta. Sohbetlerin hafifliği ve kahkahaların birbirine karışmasından da anlaşılıyor bu. Adana, Mersin, Antalya… Her yenim birbirinden sıcakkanlı insan.

Ancak etrafımdaki koşucuların yaptıklarını düşündüğümde oraya ait değilmişim hissine kapılıyorum (bu çabucak geçecek). Bir yanımda İznik 160 kazananı Ali Kansu, bir yanda eski backyard Türkiye rekortmeni Gürhan Akdağ, bir yanda Latmos kürsülerinin müdavimi @ultrun (12 Tur DNF), bir yanda da İDA, Tahtalı, St. Paul gibi zorlu yarışların kürsülerinde kendine yer bulmuş Mehmet Zeki Sarı hocamız ve daha nice isim… İnceden avuç içlerim terlemeye, nabız durduğum yerde 110 120’ye çıkmaya başlıyor. Ve nihayet: 3 - 2 -1! Çan çalıyor!

İlk iki üç tur biraz hızlı dönüyor. Parkurun zemini bozuk değil ama neredeyse 500 metre arayla zemin yapısı değişiyor, bu nedenle gözlerimi yerden ayıramıyorum. Normalde 135 nabız ile koştuğum 7 Pace, oluyor sana 150. Parkuru tanımanın ne kadar önemli olduğu dersini bir kez daha alıyorum.

4 tur tamamlandığında Antalya’dan yola çıkan ekipten 3 kişi kalmış durumdayız. 3 üyemiz desteğe geçmişken henüz ikinci ayında 4 turu çıkartan üyemiz kafasına çektiği kapşonu ile hayatı sorguluyor. Bu satırları yazarken onun “Biz neden böyle bir şey yaptık? Bir sonrakini ne zaman yapacağız?” cümleleri aklıma geliyor ve gülümsüyorum.

4 tur tamamlandı. Genel durumum iyi ancak güneş yükselmeye başlıyor. Hava Adana şartlarında inanılmaz sıcak değil ama yoğun bir nem var. Buna parkurun ilk kilometresi sonundaki şantiyedeki toparlanma çalışmaları ile kalkan toz karışınca yavaş yavaş zorlanmaya başladığımı hissediyorum. 5. tur sonunda o ana kadar 48 dakikada döndüğüm parkuru 1.5 dk daha yavaş dönüyorum. Ee, ne demişler “Zor olana kadar çok kolay!”.

Beşinci turun sonunda kendimi doğrudan mata atıp Mehmet Hoca’ya “Ne yiyeyim, ne içeyim” diyen gözlerle bakıyorum. O söylüyor, kahraman destekçilerimiz hazırlıyor ben sadece yiyip içip dinleniyorum. Son turuma kadar da hikaye böyle devam ediyor.

Altıncı turun hemen başında hocadan “temponu yavaşlat” talimatı… Haklı ancak bedenim ne daha yavaş ne daha hızlı gidemiyor. Belli bir aralığa sabitlenmiş durumda, 6.45’e çıktığımda uçuyormuş gibi hissediyorken 7’nin altında dizlerim ağrıyor. Ve nihayet 6. Turun bitmesiyle haftalık hacmimi aşarak işlerin şimdi zorlaşmaya başlayacağını kabullenmiş durumda, 7. tura çıkıyorum.

Yedinci turda Atıl Balın ile (22 Tur DNF) ile denk düşüyoruz. Benim halim yok, ilk lafı o atıyor. Çökmeye başlamış moralim yerine geliyor ve diğer turlarda da hep aynı yerde rastlaşıp sohbet ediyoruz. Çok güzel bir insanla tanışmış olmanın mutluluğu ile 7. turu tamamlıyorum.

Sekizinci Tura başlamadan önce aynı dinlenme alanına konuşlanmış olduğumuz Mehmet Zeki Sarı ve Ali Kansu’nun yeni koşmaya başlayacakmış gibi görünen halleri sinirlerimi bozmaya başlamış durumda. “Yaratık bunlar” diye geçiriyorum içimden, “Büyüyünce sizin gibi olacağım.” diyorum dışımdan. Grubun en genç üyesi olmak bu yılışıklıkta olmak hakkını bana veriyor :slight_smile:

Sekizinci Turda 12’yi göremeyeceğimin emareleri beliriyor. Sol üst bacak çekmekte, sağ diz seğirmekte. Adımlar artık kendiliğinden değil iradi. “Çok erkendi.” diye düşünüyorum, “Hani ultralar için 2 yıl bekleyecektin?”.

Dokuzuncu Turda sol bacağım inceden katılaşmaya başlıyor, sağ dizime keskin ağrılar saplanıyor.

Onuncu ve son turum. Sağ dizimin yan tarafına iğneler girip çıkıyor sanki. Anlık acı olarak hissettiğim huzursuzluklar son kilometrede 6-7 saniye süren katlanılmaz bir ağrıya dönüşerek beni yürümeye zorluyor. Birkaç saniye sonra geçse ve tekrar koşabilsem de kafamdan devam etme fikrini silmiş durumdayım.

Alana geliyorum, Ahmet abi hemen kapıda beni karşılıyor. “Bitti!” işareti yapıyorum, konuşacak halim yok. “Olmaz öyle şey, daha 10 dakikan var.” cevabını alıyorum.

Dinlenme alanına gelip kendimi mata attığımda canım su bile içmek istemiyor. “Çıkmicam!” diyorum, bunu duyan Mehmet Hoca ayaklanıyor. Yattığım yerde açma germe yaptırdıktan sonra “Önce otur bir şeyler ye!” diyor. Bu hareketi üzerine sırf onun için bir tur daha atma kararı ile yerimden doğrulmaya çalışıyorum ancak sağ dizime bıçaklar saplanıyor, artık izleyiciyim.

On dört ve on beşinci tura kadar ne rahat bir şekilde hareket edebildim, ne de oturabildim. Hiçbir işe yaramadan öylece ortada dolandım. Ancak bu bana destek ekibimizi yakından izleme fırsatı verdi. Gördüm ki asıl kahramanlık burada dönüyor. Uykusuzluk içinde ve koşmuş olmanın da yorgunluğuyla yalnızca koşuya devam eden Mehmet hoca ve Ali Kansu için değil, destekçisi olmayan ya da malzeme sıkıntısı yaşayanlar için de dertleniyorlar. Koşucu ve ekip sayısı azaldıkça da geride kalanların ne yiyip ne içtiği haliyle daha çok gözümüze batıyor ve kendimizi sorumlu hissetmeye başlıyoruz. Arı kovanını andıran dinlenme alanımız bu noktadan itibaren herkesin işine koşuyor…

Özellikle Vladimir (18 Tur DNF) ve Evgenii (11 Tur DNF), destekçisiz ve çok az kaynakla gelmiş, Gürhan Akdağ (34 Tur Asist) yine muntazam masası, sandalyesi ve taburesi ile kendine yeterlilik prensibini takip ediyor ve “Yardım ister misin, bir isteğin var mı abi?” sorularımızı kibarca reddediyor. Atıl Balın (22 Tur DNF) starta en uzak yerde olan dinlenme alanı ile zor durumda ve uzunca bir süredir her tura son turum diyerek çıkmakta. Büyülü bir ortam.

20 Tur eşiği aşıldığında kalan dört kişiden üçü çok dinç görünüyor. Ali Kansu, Mehmet Zeki ve Gürhan Akdağ. Bu üçlüden Ali Kansu gücünden hiçbir şey kaybetmemiş görünürken, Mehmet Hoca’da dikkatli bakılınca fark edilen yorgunluk izleri mevcut.

Gürhan Akdağ ise uykusu yeni açılmış biri misali 20. turla beraber bir yükselme trendi yakalıyor. Özellikle annesinin alana gelerek onu tur bitişinde karşılamasıyla yüzünde mutlu bir insana ait olduğu her halinden belli bir gülümseme beliriyor ve tüm bunlara şahit olan organizasyon ve takipçiler bu üçlünün Türkiye rekorunu nasıl getireceğini beklemeye başlıyor (Maalesef rekor gelmeyecek)

Yirminci Turdan sonra artık yapabildiğim tek şey hayretle izlemek. Sona kalacak üçlünün çok güçlü görünüyor olması, Atıl Balın’ın adım atacak hali yokken tekrar ve tekrar yeni tura çıkması kanımı kaynatıyor. Son turunda onu köşede karşıladığımda şöyle diyor:

  • “Ya bir defa olsun diğerlerini yakalayamadım parkurda. Yakalasam onlara güneş doğup biraz yükseldiğinde parkurun ne kadar güzelleşeceğini söylemek, moral vermek istiyordum!”

Anlayacağınız koca bir aile olmuşuz, kim kazanırsa kazansın kaybeden olmayacak.

Gün ışıyor ve hem yağmur hem güneş korkusuyla tente ile korunan bir yere dinlenme alanımızı taşıyoruz. Aynı işlem Atıl Balın ve destekçileri tarafından da yapılıyor. Benzer bir operasyonu yapmayı Gürhan Akdağ’a teklif etmeyi düşünüyorum. Ancak zahmet vermemek için reddedeceğinden eminim, bu yüzden organizasyonu aracı yapıyorum. Kabul etmesi üzerine o yeni tura çıktıktan sonra Ahmet abiyle birlikte masa ve eşyalarını taşıyoruz. Bu arada o derli topluluğu ile kendisine duyduğumuz hayranlık katlanıyor. Artık kişi, grup, yarış yok. Herkes öteki bir tur daha atsın diye çabalıyor.

Yirmi altıncı tur - Ali Kansu 44 dakikalık bir tur atıyor ve enerjisi akıl almayacak derecede yüksek. “Abi birincilik geliyor mu?” soruma “O 40 yaparsa 41, 50 yaparsa 51 yaparım.” diyerek kararlılığını ortaya koyarak türkülerini dinlemeye devam ediyor. Ardından Mehmet Hoca seken bir tavşan misali alana giriyor. Kuvvetli görünse de bakışlarındaki yorgunluk beni endişelendiriyor. 45. dakikada Gürhan Akdağ da metronomu andıran koşusuyla alana geliyor…

Yirmi yedinci turun 20. dakikası civarı uykuya yenik düşüyor köşede bir mata uzanıyorum. Ağrılarım bir aralık azalıyor ve uykuya daldığım gibi birinin seslenmesiyle sıçrıyorum:

-“Mehmet Hoca yeni tura çıkmayacakmış, son turu Antalya Running tişörtüyle bitirmek istiyor.”

Hemen sandaletlerimi çekip adım atacak halde olmadığımdan organizasyondan dağ bisikleti rica ediyorum. Sağolsunlar kırmıyorlar ve atladığım gibi kendimi bitişe 300 400 metre kala parkuru asfalt yola bağlayan merdiven başında bulup beklemeye başlıyorum.

Endişeli bekleyişimin sonunda hoca görünüyor. Koşuyor ancak her adımında verdiği mücadele ortada.

-“Ben haftada 60 km koşan adamım, olmuyor yani olsa vallahi çıkarım yeni tura olmuyor!” diyor. “Tamam,” diye yanıtlıyorum, “bence de artık bırakmanız lazım, ancak size buz hazırlamışlar söylememi istediler.”

Süresi içinde turu bitiren Mehmet Hoca matın üstüne yığılıyor. Ben izlemeye dayanamıyorum ancak hocanın çevresi Formula1 pit stoplarını andırıyor. Yeni tura 2 dk kala “Şu an çıkabiliyor muyum?” diyor ve çorabı ve ayakkabısını dahi güç bela giydikten sonra son saniyede 28. tura başlıyor. Onun ayrılışı ardından uykusuzluğun daha da hassaslaştırdığı gözlerimiz yaşla doluyor ve grup içinde çıksın/çıkmasın diyenler olarak iki ayrı yerde 28. turun bitmesini bekliyoruz.

Yirmi sekizinci turu Ali Kansu ve Gürhan Akdağ güçlü şekilde bitiriyor ancak benim aklım Mehmet Hoca’da. Yine köşeye konuşlanıyorum. Organizasyonun dağ bisikletli eskortlarından birinden hocanın kötü durumda olduğunu süresinde bitiremeyeceğini öğrensem de bir umut beklemedeyim. 53. dakikada hoca merdiven başında görünüyor, güç bela çıkıyor. Bu sefer ucu ucuna turu tamamlayarak kendini mata atıyor. İnsanüstü bir çaba! Yarıştaysa artık iki kişi var: Gürhan Akdağ ve Ali Kansu.

Bu noktada yarış alanından ayrılmam gerekiyor. Hem telefon yoluyla hem de sosyal medyada süreci yakından takip etmiş olsam da kalan turlar üzerine söz söylemem doğru olmaz. Yalnızca sonuna kadar orada olmamanın bana hüzün verdiğini söyleyebilirim.

Adana Backyard benim için böyleydi. Biraz hikayeleştirdim, belki de çekip sündürdüm. Yanlış hatırladığım yerler varsa affola. Okuyan herkese teşekkürler.

21 Beğeni