Tahtalı Ultra Maratonu - Berk Sky Yarış Raporum 2021

Tahtalı Ultra Maratonu - Berk Sky Yarış Raporum 2021

Gökyüzüne Tırmanmak

Kapanmalar, kısıtlamalar, akabinde ertelenen yarışlar ve bozulan planlar derken yarışlara katılamayınca nasıl yarış raporu yazacağımı da bilemedim. Hayatta tesadüf olan her şey daha anlamlı olsa da aslında insanların bir araya gelmesi tesadüf değildir. Biz de Red Team olarak tam kadro olamasak da yine bir aradaydık ve çok eğlenecektik.

Cuma sabahı saat sekizde Erol’la (Dinneden) birlikte Sakarya’dan Kemere doğru yola çıktı. Arabayı dönüşümlü kullandığımız için çok yorulmasam da bir önceki gecenin uykusuzluğu yorulmama yetti. İlk önce Kemere gidip yarış kitlerimizi alıp, Alper (Dalkılıç) ve İbrahim’le (Koşan Pilot) sohbet ettikten sonra konaklayacağımız Çıralıya geçtik.

Çıralıya dört yıl önce gittiğim için sokaklar haliyle tanıdık geldi. Pansiyona eşyaları bırakır bırakmaz bizden daha önce gelen Barış (Yavuz – Perspi) ve Zühal’le (Turhan) buluşup yemek yiyip sohbet ettik. Benim yarışım (Berk Sky 62 K) Cumayı cumartesiye bağlayan gece saat ikide başlayacağı için çok oyalanmadan yatmaya gitmem gerekse de uzun zamandır görmediğim dostları bırakmak zor geldi. Erol’la odaya vardığımızda saat sekiz buçuktu. Saatimi on ikiye kurdum, yarışta kullanacağım eşyalarımı hazırladım ve duş alıp saat dokuzda yattım. Dokuzdan on bire kadar yatakta döndüm son bir saat uyudum.

Uyanır uyanmaz giyinip eşyalarımı hazırladım ve arabaya atlayıp yarışın başlangıç yeri olan Kemerin yolunu tuttum. Yarış alanına vardığımda Useyyid’le (Gökçen) buluşmam gerekiyordu. Çünkü bırakma çantası ve yarışta kullanacağı ve içinde malzemeleri olan sırt çantası benim arabamdaydı. Neyse ki Kemere vardığımda saat biri yirmi geçiyordu ve farkında olmadan, arabamla Useyyid’in arabasının yanına yanaştım. Böylece birbirimizi bulmuş olduk ben ona çantalarını verirken o da bana ödünç baton verdi. Tüm hazırlıklarımız tamamdı ve sohbet ederek yarışın başlamasını bekliyorduk.

Başlangıç çizgisinde, ikili ayrık sıra halinde yerlerimizi aldık. Saat ikiyi gösterdiğinde kafa lambalarımızın ışığında karanlık geceye doğru koşmaya başladık. Kemerin asfalt sokaklarında koşarken bir süre sonra kendimizi taşlı patikada bulduk. Useyyid’le beraber antrenman yapıyorduk fakat bu beraber katıldığımız ilk yarıştı. Sohbet ede ede ilk istasyonu hiç durmadan geçtik.

Taşlı patikada beraber koşarken bir anda ayağım taşa takıldı ve düşmemek için çok uğraştıysam da toparlayamadım ve yolun solundaki taşların üzerine düştüm. Sol kolum yaralandı ve kanamaya başladı. Sol bacağımın üst kısmı da zedelendi. Bacağıma kilitli iğneyle iliştirdiğim yarış numaram koparak yere düştü. Useyyid kolumu kontrol etti ve hemen akabinde yarış numaramı beraber eski yerine iğneledik. Numarayı iğneledikten sonra ters olduğunu fark ettiysek de düzeltmedik; çünkü numaram 609 olduğu için düzü de tersi de aynı şekilde okunuyordu. O durumda bunu fark edip gülmeye başladık. Useyyid koluma su döküp temizledikten sonra çantamdan aldığı alkollü dezenfektanı mikrop kapmaması için koluma döktü. Hiç zaman kaybetmeden tekrar koşmaya başladık. Koşarken sol bacağım sızlıyordu ama çok sürmedi ve ısındıktan sonra sızı kalmadı.

Karanlığın içinde sahile vardığımızda çadırlarla karşılaştık ve çadırların arasından geçerek deniz kıyısına paralel patikaya girip koşmaya devam ettik. Yol dar olduğu için Useyyid’le önlü arkalı koşuyorduk ve bir anda yerde yara bandı kutusu gördüm. Dönüp baktık ve dolu olduğunu fark ettik. Biri düşürmüştü ve bana yaramıştı. Useyyid içinden iki tane alıp kanayan dirseğime yapıştırdı fakat kolum için yapacak bir şey yoktu.

Denize paralel patikada koşarken keşke şu an aydınlık olsaydı da manzarayı gözlerimle görebilseydim diye düşündüm. Yolun yapısı çabuk değişiyordu ve kısa bir süre sonra yukarı doğru tırmanarak kendimizi çalıların arasında bulduk. Sonra yanlış yöne gittiğimizi fark ettik ve bizim gibi yolu bulmaya çalışan koşucuları takip ederek girdiğimiz çalıların arasından çıkmayı başarabildik. Bir süre sonra kaygan taşlı bir yoldan aşağı inerken ayağım kaydıysa da çabuk toparlayıp düşmedim. O sırada batonlara ihtiyaç duyduysam da kısa süreli bir ihtiyaç olduğunu düşünüp batonlarımı kullanmadım. Akabinde tek kişinin geçebileceği engebeli dar yollardan geçtik. Useyyid’le önlü arkalı koşarken aramıza başka koşucular girdi ve birbirimizi kaybettik.

Dar patikadan geçtikten sonra kendimi kumun üzerinde koşarken buldum. Artık deniz yanı başımdaydı ama karanlık olduğu için göremiyordum. Bir süre sonra kumsal son buldu ve patikada koşmaya başladım. Uzun süre tek başıma koştum ve sonunda patika kendini asfalta bıraktı. On sekiz km olmuştu ve Tekirova istasyonuna gelmiştim artık. Sularımı doldurup bir şeyler atıştırmıştım ki arkamdan Useyyid’in geldiğini gördüm. Atık tekrar karşılaşacağımızı düşünmüyorken onu tekrar görünce sevindim. Tekrar beraber sohbet ederek kapalı dükkanların camekanları arasında koşmaya başladık. Cadde biterken etrafta işaret olmadığını fark edip geri döndük ve diğer sokağa girdik. Neyse ki arkamızdan iki tane koşucu geliyordu ve doğru yolda olduğumuzu anladık. Dönmemiz gereken sokak yerine bir sonraki sokaktan döndüğümüzü fark ettik. Arkamızdan gelen koşuculardan biri Aylin Savacı Armadordu ve bir süre bizimle koştuktan sonra bizi geçerek önümüzden koşmaya devam ettiler.

Yerleşim yerini geride bıraktıysak da asfaltta koşmaya devam ediyorduk. Bir anda rota yüklü saatim ses çıkardı ve yol ayrımına geldiğimizi fark ettim. Sağ tarafta bir patika vardı ve giriş kısmında gece görmemize yarayan fosforlu işaretler vardı. Aylin hanımlar burayı fark edememişlerdi ve asfaltta koşmaya devam ediyorlardı. Aramızda yüz elli metre mesafe vardı ve Useyyid bağırarak onları durdurdu ve geri dönmelerini sağladı. Tekrar yolumuza devam ettik. İnişli çıkışlı patikada koşarken, yanımıza, geride bıraktığımız Aylin hanım geldi. Onunla biraz sohbet ettik ve akabinde yol yokuş aşağı olunca onu geçtik. Yol düzlenince de o bizi geçti ve gözden kayboldu.

Gün ağarmaya başladı ve karanlık kendini harikulade manzaralara bıraktı. Gökyüzü, mor, turuncu, sarı ve mavinin tonlarıyla adeta bize görsel bir şölen sunuyordu. Dinginliğin içinde kayboldum ve fotoğraf çekmeye başladım. Güneşin doğuşunu seyretmek harikuladeydi. Yavaş yavaş gün aydınlandı ve koyları seyrederek koşmaya devam ettik.

Yarışın başlarında kendimi daha yorgun hissederken, artık açılmıştım ve kendimi yorgun hissetmiyordum; fakat bu seferde mideme kramplar girmeye başlamıştı ve koştukça sızı artıyordu. Biraz dinlenip çömelince geçiyor koşmaya başlayınca tekrar devam ediyordu. Useyyid benden daha iyi durumdaydı ve ona beni beklememesini, koşmasını salık verdiysem de beni dinlemedi ve benimle birlikte ağır ağır koşmaya devam etti.

Denizi kuş bakışı seyrettiğimiz orman içi patikadan, sahildeki bakir koya doğru koştuk. Sahilin sonundan çıktığımız için kumda uzun süre koşmadan tekrar bir sonraki patikaya tırmandık. Bir süre koştuktan sonra Çıralıya geldik ama parkur gereği merkezden geçmeden asfalt yolda ilerleyip kendimizi tekrar patikada bulduk. Bir süre düz patikada koştuktan sonra kendimizi Maden Koyundaki istasyonda bulduk. İstasyonda bizden başka koşucu yoktu ve genç görevliler salgın nedeniyle sularımızı kendimizin doldurmasını bekliyorlardı. Bizden önce Alman bir koşucunun geldiğini, sinirli olduğunu, numarasını okutmadığını ve uzun süre oturup dinlendikten sonra tekrar yola çıktığını söylediler. Sularımızı doldurup çok oyalanmadan biz de ormanın derinliklerine daldık ki çok geçmeden taşlı patikada kıvrımlı yolda koşmaya başladık. Bir süre sonra Alman koşucuyla karşılaştık ve ona nasıl olduğunu sordum. Yorgun görünüyordu ve eliyle yarışı bıraktığını ifade etti. Onu geçip tekrar yolumuza devam ettik.

Yanartaş istasyonuna (38,50 km.) geldiğimizde saat sekizi geçiyordu ve önümüzde sürekli tırmanacağımız bir 24 km’lik mesafe daha vardı. Biz vardığımızda fotoğrafçılar Yanartaş’tan yeni gelmişlerdi ve bizde sizi yukarıda fotoğrafınızı çekmek için bekliyorduk dediler. Sularımızı doldurup bir şeyler atıştırdık. Fotoğrafçılara sponsor olan su firmasının suyuyla fotoğraf çektirip konu mankenliği yaptım. Useyyid burada biraz dinlenmek istedi. Ben tek başıma vakit kaybetmeden yukarı doğru tırmanmaya başladım. Kısa süre sonra kendimi Yanartaş’ta buldum ve sert kayalıkların üzerinde yanar taşların arasından geçerek tırmanmaya başladım. Epey yükselmiştim ki aşağıdan Useyyid’in geldiğini gördüm ve ona seslendim. Bu Useyyid’i yarış içinde son görüşüm oldu.

Yanartaş’ı geride bıraktıktan sonra kendimi tekrar ormanda buldum. Kendimle baş başa yukarı doğru tırmanmaya başladım. Önümde bir kadın bir de erkek koşucu vardı. Kadın koşucunun (Shooka SEİLANİ) yanına varıp nasıl olduğunu sordum. Sanırım öleceğim diye cevap vermedi. Gülüp sohbet etmeye devam ettik. Yarışlardan tanıdığım Kambiz ortak arkadaşımız çıktı. Kısa bir süre sonra tırmanış son buldu ve kendimizi orman içinde tek kişinin geçebileceği patikada bulduk. En sevdiğim ve en hızlı olduğum kısım başlamıştı. Hem Shooka’yı hem de erkek koşucuyu geride bırakıp yalnız koşmaya devam ettim. Yorgunluğun verdiği dikkatsizlikle sağdan gitmem gerekirken soldan gittim. Fark ettikten sonra tekrar geriye dönmeye üşenip yol olmayan yerden geçmeye kalktım. Önümde çürümüş bir ağaç kütüğü vardı. Onun üzerine doğru sıçramamla kütük hareket etti ve düştüğüm sol kolumun üstüne tekrar düştüm. Düştüğüm yer engebeliydi ama neyse ki hasar görmeden kalkıp yoluma devam ettim.

Ulupınar istasyonuna vardığımda bir sürü koşucunun orada oturup dinlendiğini gördüm ve kimsenin de uzun süre kalkmaya niyeti yoktu. Bu istasyondan sonra sert tırmanış başlayacaktı ve sanırım tırmanış öncesi güç toplamaya çalışıyorlardı. Sularımı doldurup bir iki lokma ekmek arası peynir yiyip bir bardak çay dört bardakta da ayran içip yoluma devam ettim.

Şimdi düşünüce bunca yarıştan sonra hala basit hatalar yapabildiğimi ve yapmaya devam edeceğimi fark ettim. Dört bardak ayran ve yol boyu içebildiğim kadar su içtiğim halde susuzluğumu dindiremiyordum. Bu terle birlikte tuz kaybettiğim içindi. Yanımda yeteri kadar tuz hapı olmasına rağmen almayı unuttum ve yarışı o şekilde koştum.

Ormanın içinde tek başıma koşarken ara ara cılız akan suların arasından geçtim. En son alçalıp beyaz büyük taşların arasından karşıya geçip yola devam ettim. Bu beyaz taşlar sanki buradan daha önce dere akıyormuş da sonrasında kurumuş gibi bir izlenim bıraktı bende. Kısa süre sonra tırmanıp kendimi asfaltta buldum ve biraz ilerledikten sonra sağ kısımdan aşağı doğru baktım ve geçtiğim beyaz taşların berisinde ağır akan bir dere gördüm. Bir süre asfaltta koştuktan sonra restoranların olduğu yere geldim. Yolun sağ kısmında sürekli akan bir su vardı ve orada kafamı suyun altına sokup yüzümü yıkadım. Saatimden yolu takip ettiğim için son istasyona yaklaştığımı anlayabiliyordum.

Son istasyon Beycik’e geldiğimde genç görevliler sıcakkanlı ve güler yüzlüydüler. Kurdukları istasyonun hemen yanında soğuk su akan bir çeşme vardı. Sularımı doldurup biraz oturup dinlendim. Önümde sadece dokuz km vardı ama yükseklik o kadar çoktu ki yarışı bitirebilmem için aşağı yukarı üç saat daha tırmanacaktım. Biraz dinlendikten sonra istasyonun yanındaki patikadan ormanın derinliklerine doğru tırmanmaya başladım. Açık bir yoldan gölgelik bir yola doğru dik rampayı tırmanınca Barış ve Zühal’i gördüm. Barış ve Zühal 27 km’lik Tahtalı Run to Sky etabını koşuyorlardı ve yolda karşılaşmıştık. Zuhal oturup dinleniyor, Barış da onu bekliyordu. Birbirimizi gördüğümüze sevinmiştik. Yanlarında İbrahim (Koşan Pilot) de vardı. O da yarışı bırakmaya karar verip Barışın güdülemesiyle tekrar devam etmeye karar vermiş olduğunu söyledi. Bulunduğumuz yerde derme çatma bahçeli bir ev ve bahçesinde tavla oynayan iki tane amca vardı. Soğuk su akan yalağın çeşmesinde sularımızı doldurup birbirimizle şakalaştıktan sonra onları orada bırakıp yoluma devam ettim.

Orman bitip sarp kayalıklar başlarken sağ yanımda, aşağıda dört kişi kamp yapıyorlardı. Kendi aralarında gülüp eğlenen adamlarla selamlaşıp Tahtalı dağının sert taşlı yollarında tırmanmaya başladım. Manzara o kadar güzeldi ki fotoğraf çekmeye başladım. Yorulmuştum, yeteri kadar hızlı gitmiyordum ama yine de yolda epey koşucuyu geçip geride bıraktım. Her tırmandığım tepenin ardından bir tepe daha çıkıyordu. Kıvrıla kıvrıla çıktığım için bir süre sonra arkamda kimseyi görmüyordum. Daha açık olan bir alana gelince de perspektiften önümdeki kişiler karınca gibi görünüyorlardı ama çok geçmeden onlara da yetişiyordum.

Yorgunluğun etkisiyle dikkatim dağıldı ve yanlış hesaplar yapmaya başladım. Şortuma iliştirdiğim numaramda parkurun grafiği de vardı. Grafiğin bittiği yerde on beş yazıyordu ki bu yarışın on beş saatte bitirilmesi gerektiği anlamına geliyordu. Ben bunu saat üçe kadar bitirmem gerektiğiyle ilgili yorumladım. Bu yanlış yorumlama beni motive etti ve kendimi iyi hissederek var gücümle tırmanmaya başladım. Saat iki buçuğu geçiyordu ve yarım saatten az zamanım vardı. Kendimle olan rekabetim bana büyük keyif verdi. Saatimi mesafeyi görmektense saati göreceğim şekilde ayarladım ve ara ara saate bakarak yukarı doğru tırmanıyordum.

Tepede teleferik istasyonu görünüyordu fakat oraya ulaşmak göründüğü kadar kolay değildi. Nihayet vardım ve bitiş çizgisinden koşarak geçip saatimi durdurdum. Saat üçe beş kala yani on iki saat elli beş dakikada yarışı bitirdim. Amacıma ulaşmıştım. 3747 metrelik yükseklik kazanımlı, 62 km’lik yarış son bulmuştu. Yukarıda sert bir rüzgar ve muazzam bir manzara vardı. Hipotermiye girmemek için çantamın arkasındaki uzun kollu içlikle yağmurluğumu giydim. Çay ve hazır çorba içtikten sonra üstüne düştüğüm koluma pansuman yaptırdım. Sonrasında teleferikle aşağı indim ve arkamdan Barış, Zuhal ve İbrahim de geldiler. Orada tanıştığımız Fizik Profesörü beyefendiyle  birlikte taksiye bindik. Barış ve Zuhal Çıralıya gidecekleri için yolda inip dolmuşla gittiler. Benim arabam Kemerde olduğu için arabamı alıp Çıralıya gitmem gerekiyordu.

Çıralıya varır varmaz duş alıp üstümü değiştirdim ve 27 km’lik parkuru bitiren Erol’la birlikte yemek yemek için Barış ve Zühal’in yanına gittim. Beraber yemek yiyip sohbet ettik ve ardından Useyyid de yarışı bitirip yanımıza geldi ve bize katıldı. Yemek sonrası sahile gittik ve sohbet ederek kendi yaptığım ev yapımı biralarımızı içtik. Sonrasında Antalyalı olan üniversite arkadaşım Pınar geldi bize katıldı. Sosyal medya ve telefonla görüşüyor olmamıza rağmen on dört yıl sonra ilk defa bir araya gelmiş olduk. Gece geç olunca görevliler tarafından kibarca uyarıldık ve odalarımıza dağıldık. Oturduğumuz sahil Caretta Caretta kaplumbağalarının üreme alanıydı.

Pazar günü güneşli bir sabaha uyandık. Pınar, Erol, Useyyid ve ben beraber kahvaltı yapıp sohbet ettik. Useyyid, Isparta’dan ailesini alacağı için erken ayrılmak zorunda kaldı. Kahvaltı sonrası yüzmek için sahile gittik. Denize girince tuzlu suyu özlediğimi fark ettim. Deniz temiz ve serinleticiydi. Yüzmek hepimize iyi geldi.

Deniz sonrası duş alıp kaldığımız odanın verandasında biralarımızı yudumlarken Zuhal ve Barış geldiler. Kadir sana bir hediyemiz var dediler ve Zuhal çantasından bir plaket çıkardı. Meğer biz denizde yüzerken onlar ödül törenine gitmişler ve benim adım anons edildiğinde Barış benim adıma ödülümü almak için kürsüye çıkmış. Yaş kategorisinde üçüncü olmuşum. Böyle bir şey beklemediğim için hem çok şaşırdım hem de çok mutlu oldum.

Barış ve Zuhal birkaç gün daha Çıralı da kalacaklardı. Bizim de Erol’la yola çıkma vaktimiz gelmişti. Pınar’ı Antalya’ya uğurlayıp, dingin ve keyifli bir şekilde kuzeye doğru yola çıktık.

Kemal Kadir ÖZKARAKAŞ

13 Beğeni

Merhabalar,

116K Tahtalı Ultra Sky yarış raporumuzu sevgili Mahmut Yavuz kaleme aldı. 2019 yarış raporumuzu da kendisi kaleme almıştı. Bu yıl parkur değişikliği ile birlikte geçtiğimiz yılların organizasyonu ile birlikte kıyaslanabilir ölçekte yazabilecek biri olmasını istedik… ortaya fazlası çıktı…

15 saatlik soluk soluğa bir mücadeleye hazırsanız :face_with_hand_over_mouth::point_down:

Keyifli okumalar!

12 Beğeni